28 Aralık 2016 Çarşamba

Dayanışma Postası'nın Dördüncü Sayısı Çıktı


Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi, Yayın Grubu tarafından hazırlanan Dayanışma Postası 4 çıktı. 

WKEMDG'den ve Çeliğe Su Verenlerle Elele Kampanyası'ndan haberlerin yer aldığı Dayanışma Postası'nın girişinde Direnişçiler şiiri karşılıyor sizleri. Devamında yer alan "Yitirdiklerimiz" yazısıyla Vedat Türkali, Tarık Akan ve Fatma Koçak'ı anıyor, yitirdiklerimizin mücadelesini omuzluyoruz hepbirlikte...

Yoksullukla harmanlanmış bu coğrafyaya özgü, okurken kendimizden bir parça bulduğumuz öykümüz var sırada, "Kemik Kavgası"... Ardından direnişçi bir arkadaşımız hidroterapi deneyimini paylaşıyor bizimle.  

Bu sayıdaki dosya konumuz ise "Dayanışma ve Kolektivizm." Giriş yazısında "Nasıl Bir Kolektif"e yanıt ararken, sonrasında "Kolektif Birey Olmak" konusuna değiniyoruz. Dünya ve Türkiye perspektifinde devrimci tutsaklar için dayanışma zemini ne olmalıdır diyor, birlikte neler yapabiliriz pratiğine somut cevaplar vermeye çalışıyoruz. Ardından farklı illerdeki direnişçilerin "Dayanışma ve Kolektivizm" röportajına verdikleri yanıtları okuyoruz...

Güncel politikada ise yeni açılacak cezaevleri ve mahpuslara dayatılan modern kölelik koşullarını değerlendiriyoruz.

İyi okumalar...

Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi


22 Aralık 2016 Perşembe

Basın Açıklaması: 19 Aralık'ı Unutmadık, Unutturmayacağız!


Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi (TDİ), İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu, Birleşik Haziran Hareketi Hapishane Komisyonu, Dayanışma Ağı Derneği, 19 Aralık katliamının yıl dönümünde Kadıköy Zeki Göker Kültür Merkezi'nde basın açıklaması yaptı.


Süreyya Operası'nın önünde bir araya gelen insan hakları savunucuları ve tutsak yakınlarının basın açıklaması yapması, OHAL ve Fenerbahçe maçı gerekçe gösterilerek polis tarafından engellendi. Zeki Göker Kültür Merkezi'nde bir araya gelen katılımcılar; 19 Aralık'ta katledilen devrimciler için saygı duruşunda bulundu.

Kurumlar adına açıklamayı Zarife Çamalan okudu. 19 Aralık 2000 yılında devletin on binlerce askeriyle 20 hapishanede aynı anda katliam yaptığını hatırlattı ve 28 tutsağın katledildiğini belirtti. Katliamın sorumluları hakkında göstermelik davalar açıldığını söyleyen Çamalan, davaların çoğunun da zaman aşımı nedeniyle düştüğünü dile getirdi. Maraş katliamını da anımsatan Çamalan, "Tarihi katliamlarla dolu olan TC devleti, bugün de sokağa çıkma yasaklarıyla, OHAL'lerle, KHK'lerle katliamlarını sürdürürken; devrimciler içeride ve dışarıda mücadele etmeyi yıllardır sürdürüyor" dedi.

Daha sonra, 5 Temmuz cezaevi operasyonu sırasında Burdur Hapishanesi'nde tutsak bulunan ve kolunu kaybeden Veli Saçılık söz aldı. Saçılık, "Burada konuşuyor olmak zor, ölüm orucunda olanlar buradayken ama bu zulmü yaşadık. Katliam öncesinde MGK ve Hikmet Sami Türk ortak bir yalana başlamıştı. İçeridekiler örgüt baskısıyla hareket ediyorlar, 8 yıldır hapishanelerde arama yapılamıyor diyorlardı. Bunları söylerken bizim koğuşlarımızda arama yapılıyordu" dedi. Devletin, "Biz içeri gireriz, onları ezeriz, iradelerini teslim alırız" diye düşündüğünü dile getiren Saçılık, o dönem devletin başardığı tek şeyin katliam olduğunu söyledi.

Ardından söz alan HDK Eş Sözcüsü Gülistan Kılıç Koçyiğit ise "Savunduğumuz tüm değerleri yok etmeye hazırlanmış bir devlet aygıtıyla karşı karşıyayız. Hayata dönüş dedikleri katliam operasyonuna utanmadan imza attılar. Bedenlerinden başla bir şeyi olmayan insanların üzerine zehirli gazlarla, silahlarla gittiler. Bu zulüm hala devam ediyor. Vekillerimiz, yoldaşlarımız tek kişilik hücrelerde tutuluyor, tecrit altındalar" dedi.Ülkenin her tarafında devrimci iradeyi teslim alma operasyonları sürdürüldüğünü ifade eti.


19 Aralık direnişçisi Nihat Göktaş, hapishane katliamı sırasında savaşlarda bile kullanılması yasaklanan gazlar kullanıldığını söyledi. O savaş haline rağmen devrimcilerin siper yoldaşlığıyla, kol kola girerek gelen bütün saldırılara göğüs gerdiğini hatırlatan Göktaş, "Ölüm orucundan vazgeçireceklerini düşünüyorlardı. Tek başına bile devrimci iradenin ayakta olduğunu gördüler. Yoldaşlarımız hücre hücre ölürken bile aman demediler. Siper yoldaşlığının bugün daha güçlü örgütlenmesi gerekiyor" diye konuştu.

Basın açıklamasında okunan metnin tamamı:



Kaynak: Bu haber ETHA sitesindeki haberden özetlenmiştir.

20 Aralık 2016 Salı

19 Aralık'tan OHAL'e Direnişimiz Sürüyor...


19 Aralık 'Hayata Dönüş' katliamının yıldönümünde bir araya gelen devrimci demokratik kurumlarla Kartal Pembe Köşk Düğün Salonu'nda 19 Aralık anma etkinliği yapıldı.


Yaklaşık 160 kişinin katıldığı etkinlikte katliamda hayatını kaybedenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşunun ardından açılış konuşmasını kurumlar adına Abdülmelik Yalçın yaptı. Yalçın konuşmasında şunları söyledi:
19 Aralık, bu toprakların hapishane tarihinde bir milattır.
19 Aralık, insanlığın hapishane tarihinde bir milattır.
19 Aralık, devletin şiddet ve zorbalıkla somutlaşmış varlığının en büyük göstergesidir.
19 Aralık, egemenlerin silahlarına karşı özgürlük halayına duranların Direnişidir.
Bundan 16 yıl önce devrimcileri zindanlarda yakanlar; o günden  bu yana, tutsakları ring araçlarında diri diri yakmaya, işkencelerde katletmeye ve tecritle yıldırmaya devam ediyorlar. Zindandakilere, aynı özgürlük türküsünü bugün de söyleyenlere yönelik baskı ve şiddet politikasıysa artarak sürüyor.
Ama bizler biliyoruz ki, devrim mücadelesini zindan cephesinde sürdürenler özgürleşiyor. Devrimci yüreklerini, bedenlerini hapseden beton duvarları yıkıyorlar. Özgürlük mücadelesinde, bizi, birbirimize bağlıyorlar.
Yüzyıllardır söylenen özgürlük türkümüzün mısraları asla susmayacak. Bu türkünün ezgileri, 16 yıldır tükenmedi ve bundan sonra da tükenmeyecek.
Bugün burada 19 Aralık'ları unutmadığımızı ve unutturmayacağımızı bir kez daha göstermek için beraberiz. Ve bu beraberliğin, bu dayanışmanın, beton duvarlarla, dikenli tellerle, demir parmaklıklarla bölünmesine asla izin vermeyeceğiz.
Devrimci yürekler, yıkılacak hücreler! 
Açılış konuşması sonrası Tiyatro İmge sahne alarak “ÇARK” adlı oyunu sergiledi.


Ölüm Orucu Direnişçileri Esmehan Ekinci ve Mehmet Acettin söz aldı. Ekinci, katliam sırasında tutsakların barikat kurarak direnişinden söz ederken Acettin ise devrim ve sosyalizme mücadelesine saldırıların hala devam ettiğini ama devrimci iradeyi teslim alamayacaklarını ifade etti.


Daha sonra Ölüm Orucu Direnişçisi Muharrem Kurşun'un Adana'dan gönderdiği ve Suruç Gazisi Güneş için destek istediği mesajı okundu.
Merhaba dostlar,
Hacer Arıkan, “devrim çok güzel olacak, çünkü ben ona güzelliğimi verdim.” demişti. Sözleri hüzün değil, coşku yüklü, devrim coşkusu yüklü. 19 Aralık direnişi, Hacer gibi bende de hüzün değil, devrim coşkusuyla dolu bir anı olarak yer alıyor. 19 Aralık’ta çok ağır bedeller ödedik ama biz kazandık, devrim kazandı. Çünkü devrimcileri, devrimi teslim alamadılar. Alamayacaklar da. Bu yüzden hapishanelere hala azgınca saldırıyorlar. Bizler de 19 Aralık’ın yıldönümünde buradan, dışarıdan içeriye dayanışma köprüsü kurmayı başarmalıyız.
Bir de dostlar, 19 Aralık devrime yönelik bir saldırıydı. Suruç katliamı da böyle bir saldırıydı. Güneş Erzurumluoğlu, Suruç katliamından sağ ama yaralı kurtuldu. Güneş, 20 Temmuz 2016’da bir mektup yazdı sosyal medyada. “İyileşmek için umudum var, ama param yok…” diyordu. Buradaki tüm duyarlı dostların Güneş’i iyileştirmek boynunun borcu olmalı.
Yaşasın 19 Aralık direnişimiz!
Yaşasın devrim ve sosyalizm!

Sunuculuğunu Zeynep Kınalıipek ve Ziya Karagül'ün yaptığı etkinlikte Beksav Müzik Topluluğu, Adalılar, Alamor, Haluk Tolga İlhan ve Deniz Esmer sahne aldı. Gecenin sonuna doğru sahneye çıkan Direnişçiler Korosu, diğer müzik gruplarıyla birlikte Çav Bella marşını söylediler. Kırmızı karanfillerin dağıtıldığı gecede kapanış konuşmasını Mine Nazari yaptı. Nazari kapanış konuşmasında şunları söyledi:
Eğer zindan düşmüşse payına , can bedeli kavgandan...
Eğer işkence sarmışsa geceni gündüzünü...
Orada en çok duvar vardır , ne yana dönsen yüzünü; ama sen duvarlara değil yoldaşına yaslarsın sırtını ve işte öyle karşı koyarsın işkenceci cellatlara , ki adı direnişdir, dayanışmadır...
içeride, dışarıda sırtımızı yaslayabileceğimiz yoldaşlarımız, dostlarımız, kardeşlerimiz oldukça mutlaka biz kazanacağız...
Bu bilinçle , burada bir kez daha yürek bölüştük.
Bir başka direniş geleneğimiz olan; her durumda bir arada, yan yana durmanın sevinciyle hepinizi selamlıyoruz..!

Sanat terapisine katılan direnişçi arkadaşların yaptığı resimlerin sergilendiği etkinlikte, hasta tutsaklar için masa açıldı ve etkinliğe katılanlar sonradan gönderilmek üzere hasta mahpuslara kart yazdılar. Sanatçıların seslendirdiği ezgilerle birlikte halaylar çekildi, hep bir ağızdan Nazım Hikmet'in "Vız Gelir, Bize Vız" şiiri okundu.








19 Aralık Katliamı Söyleşisi [İnfial]


4 Ölüm Orucu Direnişçisiyle "19 Aralık Katliamı Söyleşisi" İnfial’de Gerçekleştirildi...


Söyleşide 1996 hücre sistemine karşı direniş, 1999 Ulucanlar Katliamı, 19 Aralık Katliamı, OHAL’e uzanan süreç ve OHAL’de devrimci tutsakların hapishanelerde gittikçe kötüleşen durumu konuşuldu.Tüm bu direniş süreçlerinin içerideki ve dışarıdaki yansımalarının aktarıldığı söyleşide, ölüm orucu direnişçileri mağlup olduklarını ancak hiçbir zaman mağdur olmadıklarını, yaşanan tüm kayıplara rağmen zaferin yine de direnme iradesini gösterenlerde olduğuna, değerlerinden ve inançlarında hiçbir zaman tereddüt etmeyenlerin mağlup olsalar da tarih karşısında açtıkları yolda asla unutulmayacaklarına vurgu yaptılar.

19 Aralık’tan OHAL’e Direniş Sürüyor!

Unutmadık, Affetmeyeceğiz!

Kaynak:http://sosyalsavas.org/2016/12/infialde-ulucanlar-ve-19-aralik-katliami-soylesisi/

"Tutuşur Duvarlar Ardında Açlığa Direnen Canlar" [Görülmüştür]



Görülmüştür  Ekibi’nden Gamze Yentür’ün  Ölüm Orucu Direnişçileri Fatime Akalın ve Muharrem Kurşun ile Söyleşisi...



          19-22 Aralık katliamı ve direnişi üzerinden tam 17 yıl geçti.  Sermaye devletinin 'Hayata Dönüş' adını verdiği katliam sırasında, 20 hapishaneye eş zamanlı operasyonlar yapıldı.  Bu operasyonlar sırasında 28 devrimci tutsak katledildi ve onlarcası yaralandı.

Operasyona; binlerce polis, asker, gardiyan ve özel tim katıldı. Operasyon sırasında da uzun namlulu silahlar, çivili sopalar, kimyasal silahlar ve 5000’in üzerinde farklı türde gaz bombası kullanıldı. Tek talepleri ‘tabutluk’ olarak nitelendirdikleri  ‘‘F TİP’i Hücrelere’’ girmemek olan tutsaklar bu operasyonu büyük bir direnişle karşıladı.  

Sermaye devleti katliamı yapmak ile kalmayıp bir de katliamı yapanlara ‘üstün hizmet madalyası’ verdi. O günlerden bugünlere hapishanelerde baskı, tecrit ve işkence her geçen gün artıyor.

19 Aralık direnişinin yıl dönümünde katliamı yaşayan ölüm orucu direnişçisi Muharrem Kurşun ve Fatime Akalın ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

             Fatime Akalın: 96 Yılının Eylül ayında İzmir’de gözaltına alınıp Ankara’ya götürülen Akalın, burada tutuklanarak Ulucanlar Hapishanesi'ne konuluyor. 19 Aralık operasyonu haricinde de Ulucanlar katliamı ve direnişini de yaşayan Akalın; 19 Aralık operasyonu sırasında Niğde Hapishanesi’nde tutsak. Niğde’den sonra Gebze’ye gönderilen Akalın buradan tahliye oluyor. İki dönem önce Ankara İHD şube yöneticiliği yapan Akalın, hala mücadele etmeye devam ediyor.

            Muharrem Kurşun: Tıpkı Akalın gibi mücadeleye devam eden Muharrem,  ilk hapishane deneyimini 1991 yılında yaşıyor. İşkencecilerin deyimiyle “Buca palas”ta, yani Buca kapalı Hapishanesi'ne iki kere tutuklanarak tutsak düşüyor. Buradan sonra 95 Eylül’ünde Ulucanlar Kapalı Hapishanesi’nde tutsak olan Kurşun, görülen mahkemeler sonucunda 24 yıl ceza alıyor. Ulucanlar'dan sonra Çankırı E tipine gönderilen Kurşun, ÖO(Ölüm Orucu)  direnişine burada başlıyor.  19 Aralık sonrası ise Sincan hücrelerine ilk götürülen gurupta bulunanlar arasında. 3 ay sonra 21 Mart’ta Cengiz Soydaş ölümsüzleşince; sermaye devleti haftasına kalmadan tüm ÖO direnişçilerini hastanelerde tutmaya başlıyor. Muharrem de kendi deyimiyle ‘Ankara Eğitim Araştırma Hapishanesi’nden’ yaklaşık 5 ay sonra tahliye ediliyor, 2013’te tahliye olması gerekirken. Kurşun, tahliye etmelerinin sebebinin ‘Direnişi‘ kırmak için olduğunu ifade ediyor.

En temel talebimiz hücrelerin yıkılmasıydı

1-Ölüm orucu direnişçisi ve katliamı yaşamış biri olarak; evvelce neden ölüm orucu yapmayı seçtiğinizi ve bu direniş sırasında ki talepleriniz nelerdi onlardan başlayalım isterseniz?

Muharrem: Ulucanlar katliamı, hücrelere geçiş için, sermaye devleti açısından bir tür ön hazırlıktı. Ulucanlar'da katliam yaptı devlet, ama devrimci tutsaklar yiğitçe direndi. Bize direniş bayrağını teslim edip ölümsüzleştiler. Aslında Ulucanlar'da devrimci tutsaklar hücrelere karşı direnmişti. Hücreleri mekân anlamında daraltmamalı. Tutsakları hücrelere koyarak, teslim almayı amaçlıyorlardı. Ulucanlar'da yoldaşlarımız teslim olmayacağımızın altını 10 karanfille çizdiler. Dışarıda hücre karşıtı muhalefet gelişmişti. Deyim yerindeyse bu mücadeleyi zaferle taçlandırmak gerekiyordu. Bunun da en uygun yolu ÖO direnişiydi. 20 Ekim 2000’de TKİP, DHKP/C ve TKP(ML), (MKP) ÖO direnişine başladı. En temel talebimiz hücrelerin yıkılmasıydı. Mekânsal anlamda yıkılması…

Fatime: Ulucanlar katliamı ile devlet planını, niyetini açıkça belli etti. Beklediğimiz hücre tipi saldırısının fitilini böylelikle ateşledi.
Bizler,  siyasi tutsakların daha önceki deneyimlerinden de bildiğimiz gibi böylesi bir saldırıya yine bedenlerimizi açlığa yatırıp irademizi kullanmakla karşı durabileceğimizi düşündük. Hatırladığım tek talep hücre tiplerinin kapatılması talebidir.
Devletin zor aygıtı ile donanımlı gücü karşısında baş eğmeyi reddeden devrimci irade çarpıştı

2-Katliam ve direnişin yaşandığı geceye dair neler söylemek istersiniz?

Muharrem: Sabaha karşı 5’te saldırıya başladılar. 20 hapishanede olduğu gibi bizde direndik. Direnişle onları püskürtemeyeceğimizi biliyorduk. Onlara bizi teslim alamayacaklarını direnişimizle gösterdik. Hemen belirteyim: ÖO direnişine ölmek için değil, ölümü göze alarak, kazanmak için girdik. Feda eylemi sadece biçim olarak değil, nitelik olarak da farklı. Feda eyleminde bulunanlar, yoldaşlarını korumak için kendilerini feda ettiler. Bu birincisi. İkincisi ise misal Çankırı’dan Hasan Güngörmez 9 gün sonra, İrfan Ortakçı ise 2 gün sonra ölümsüzleşti. Ümraniye’de Ahmet İbili feda eylemi sonucu değil, kurşun yarası sonucu ölümsüzleşti.
Bir de 19 Aralık günü, ÖO direnişinde olmayan tutsaklar, biz ÖO direnişçilerini canları pahasına korumaya çalıştılar. Misal, yoğun gaz bombaları altındayken, Eyüp Baş, elindeki bezi kendine değil, bana siper etmişti. Öyle bir anda onun yaptığı, bizi canları pahasına korumanın sadece bir örneği. Ki 19 Aralık direnişi bu örneklerle dolu.

Fatime: İlk Katliam provasını Ulucanlar ile yaptılar. Ulucanlar'da; öldürecekleri devrimcilerin adlarını okuyarak gelen katiller bir yana; o gecenin diğer yanı diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölme iradesini taşıyan devrimcilerdir. Kurşun yağmurunu halaylarla karşıladılar. Kendi aralarındaki tüm ayrımları bir köşeye bırakıp düşman karşısında yekvücut oldular. Ulucanlar'ı yaşamak benim için onurdur.
Ulucanlar'dan sonra beni Niğde Hapishanesi'ne sürgün ettiler.  19 Aralık gecesi de Niğde Hapishanesindeydim. 8 Kadın tutsağa onlarca teçhizatlı asker müdahale etmeye gelmişlerdi.  Niğde Hapishanesi'nde kadın tutsakların yarısı direnişçiydi. Direnişin ilerleyen günleri idi B1 vitamini yanlış hatırlamıyorsam almıyorduk. Açlığın doğal sonucu fiziki güçsüzlüktü. Ama üstüne basarak söylüyorum fiziki dezavantajımıza rağmen koğuşumuza girmeleri kolay olmadı. Tam zaman vermem imkânsız. Hem koğuştan çıkarılıncaya kadar hem hastanede zorla müdahale girişimlerine karşı, son kişimize kadar direndik.  Sonrasında koğuşa geri döndüğümüzde doğal "doğal" yani karmakarışık bir koğuş bulduk. Ama bizim için diğer hapishanelerde neler olduğu çok daha önemliydi. Ölüm Orucu direnişimiz sürmeye devam etti. Çünkü ben değil  ‘biz’ önemliydi. ‘Ben’ bizim içinde kendini anlamlandırabilir. Yoksa sistemin kara delikleri içinde yutulmaya mahkûm olur. Niğde Hapishanesi için söyleyebileceğim gerçekten devletin zor aygıtı ile donanımlı gücü karşısında baş eğmeyi reddeden devrimci irade çarpıştı.
Saldırıya karşı yapabileceğimiz tek şey direnmekti.

3-Bilançosu ağır bir katliam ve direniş oldu. Katliamda yaralanan ve hala hapishanede olan katliamdan kaynaklı birçok hastalığı olan hasta tutsak var hapishanelerde. Sayıları da gittikçe artıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Muharrem: 19 Aralık’ta 28 ÖO süresince 122 canımız ölümsüzleşti. Bu ağır bedele karşın hücreler mekânsal anlamda yıkılamadı. Ama siyasal, moral olarak yıkıldı. Çünkü devrimci tutsaklar şahsında devrimi teslim almaya çalıştılar, ama alamadılar. Hapishanelerdeki saldırıların sürmesi, artması tutsakları teslim alamadıkları içindir. Alamayacaklar da… Daha ağır bedeller ödenmemesi için dışarıdan içeriye güçlü bir dayanışma köprüsü kurmak gerekiyor. Bu köprü kurulamazsa, içeriden yazık ki daha çok tabut çıkar.

Fatime: Bilanço hesabı toplumsal olaylarda geçerli değil aslında. Saldırıya karşı yapabileceğimiz tek şey direnmekti. Direndik.  Hapishaneler devrimciler tarafından okul olarak kullanıldı ama egemenlerde bunu boşa düşürme arayışında oldular her zaman. F Tipi hücreler insan öğütme mekânları olarak kurgulandı ve yaşama geçirildi. Hücrelerin mimari yapıları içindeki uygulamalar öğütme, hiçleştirme amacına göre planlandı. İradelere diz çöktüremeyince fiziki yöntemi devreye sokuldu. Hücre tipi zaten bir insanı hasta etmek noktasında son derece uygun. Mekândan sonra uygunluğa beslenme ve tedavilerin engellenmesini eklenince tablo tamamlanıyor. Hasta tutsaklar ciddi bir sorun gerçekten. Bu tablonun karanlık yüzü. Ama en karanlık zamanlarda dahi susmayan insanlar, direnen insanlar geleceğimizi aydınlatacak.
F tipleri insanı öğütme yeri, ama devrimciliği öğütme yeri değil.

4-Son olarak F tipleri için insanı öğütme yerleri diyorsunuz. Peki sizce bugün sermaye devleti bunu becerebildi mi yani F Tipleri’nde tutsakları teslim alabildi mi?

Muharrem : Evet, F tipleri insanı öğütme yeri, ama devrimciliği öğütme yeri değil. Saldırıların yoğunluğu bile bunu gösteriyor. Demin de söylediğim gibi, tutsakların asla teslim olmayacağına inanıyorum. Tutsakların bu direnişi dışarıdaki bizlere moral oluyor. Ama güçlü bir dayanışma köprüsü kuramazsak, bu moral yeni acılarla bezenecek.

Fatime:  F tiplerini açtı devrimci harekete ağır darbeler vurdu. Teslim alabildiniz mi sorusunun yanıtı net bir şekilde hayır teslim alamadı alamazda! Bu imkânsız çünkü biz ezilenlerin geleceğinin temsilcisiyiz.
Süreç tarihsel olarak yaşanıyor aşılacak. Sadece günümüzde sosyalist devrimci durgunluk yaşanıyor. Ama sonsuza kadar sürmeyecek tarihsel bilincimiz bu günlerin geçici olduğunu bize söylüyor.

***

Görülmüştür Notu: Yazı başlığı Grup Yorum'un Feda Türküsü'nden alınmıştır.

Kaynak:http://gorulmustur.org/icerik/tutusur-duvarlar-ardinda-acliga-direnen-canlar

13 Aralık 2016 Salı

19 Aralık'tan OHAL'e Direnişimiz Sürüyor Etkinliğinde Buluşuyoruz


19 Aralık 'Hayata Dönüş' katliamının yıl dönümünde bir araya gelen devrimci demokratik kurumlar "19 Aralık'tan OHAL'e Direnişimiz Sürüyor" etkinliği düzenleyecekler. Böylesi bir günde kurumların ortaklaşa bir etkinlik düzenlemesi ise son dönemde artan devlet saldırılarına karşı dayanışmayı ve bir aradalığı göstermesi bakımından son derece önemli.

18 Aralık günü saat 16.00 da başlayacak etkinlikte, Beksav Müzik Topluluğu, AlaMor, Adalılar, müzik gruplarının yanı sıra Haluk Tolga İlhan, Deniz Esmer gibi müzisyenlerde sahne alacak. Kartal'da bulunan Pembe Köşk Düğün Salonu'nda düzenlenecek gecede Beksav Tiyatro İmge'de oyunlarıyla izleyiciyle buluşacak.

Eşitlik ve özgürlük mücadelesi sırasında 19 Aralık katliamını yaşamış direnişçi arkadaşların kendilerinin hazırladıkları ve katliamın tarihsel arka planını aktaracakları sinevizyon gösterimi ile direnişçiler korosu da etkinliğin başlığına yaraşır nitelikte direnişe devam mesajı veriyor.

Etkinliği düzenleyenler; Dayanışma Ağı Derneği, BEKSAV, YÇKM, MKM, İHD İstanbul Şb. Hapishane Komisyonu, Önder Babat Kültür Merkezi, Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi, Zeki Göker Kültür Merkezi, Devrimci Kültür ve Dostluk Derneği, Maltepe Sokak Kültür Derneği, Birleşik Haziran Hareketi Hapishane Komisyonu, Devrimci 78'liler Derneği, Adnan Yücel Kültür Merkezi...

Tüm devrimci demokratları bu gecede bir arada olmaya ve dayanışmayı büyütmeye bekliyoruz...

Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi






WKEMDG Çukurova Grubu Demokrasi ve Laikliği Kazanacağız Forumu'na Katıldı




Moderatörlüğü, Adana İHV eski Başkanı Dr. Mehmet ANTMEN tarafından yapılan "Demokrasi ve Laikliği Kazanacağız " başlıklı Forum, 27 Kasım'da Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. 

Alper Taş, Gökhan Günaydın ve Mengücek Gazi Çıtırık'ın konuşmacı olarak katıldığı Foruma,  yaklaşık 200 kişi katıldı. WKEMDG ADANA Aktivistlerinin de katıldığı Forum'da, izleyiciler de söz alarak konuştu. Son KHK ile görevden alınan Seyhan Belediyesi Kültür Müdürü Güven Boğa'nın da kısa bir konuşma yaptığı Forumda, süreç değerlendirilmesi yapıldı ve yasaklara karşı birleşik karşı konulma vurgusu yapıldı. 


WKEMDG - Çukurova Grubu





22 Kasım 2016 Salı

WKEMDG İstanbul Dayanışma Kahvaltısı ve Forum Etkinliği Düzenliyor


Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi başlatmış olduğu Çeliğe Su Verenlerle Elele Kampanyası kapsamında İstanbul gönüllüleriyle bir araya geliyor...

27 Kasım Pazar günü Maltepe Sokak Kültür Derneği'nde dayanışma amaçlı gerçekleştireceğimiz kahvaltılı forum etkinliğimize kampanyamıza destek vermek isteyen tüm dostları bekliyoruz...

İçinden geçtiğimiz bu karanlık dönemde bir arada olmak, birbirimize destek vermek hepimize güç verecek...

"Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!"




21 Kasım 2016 Pazartesi

WKEMDG Çukurova Grubu Direnişçi Ayhan Özgül'ün Mezarını Ziyaret Etti



Daha önceden planladığımız üzere,  Adana'dan iki, Mersin'den bir ve Yaz Kampı için yer bakmaya İstanbul'dan gelen bir arkadaş olarak, 16 Kasım Çarşamba günü Mersin'de buluştuk.   

Öncelikle,  bu yılın 17 Haziran'ında yitirdiğimiz Ölüm Orucu direnişçisi Ayhan Özgül'ün annesini ziyaret ettik.  Daha sonra da mezara giderek, ayakucuna WKEMDG'yi temsilen bir meşe ağacı diktik. Ayrıca mezarın üzerine, gül, karanfil ve reyhandan oluşan çiçekleri ektik ve mezardan ayrıldık.
  
Sonrasında 675 sayılı KHK ile görevden uzaklaştırılan,  ADANA İHV eski başkanı,  doktor Mehmet Antmen 'i,  (kendisini ve  görevden alınan diğer memurları) dayanışma amacıyla ziyaret ettik. Kurumumuzca daha önce plaket verdiğimiz değerli dostumuz, arkadaşımız, insan hakları savunucusu M.Antmen'le yapılan hoşça söyleşiden sonra, Mersin Özgür Çocuk Parkı'nda düzenlenen "yarım saatlik oturma eylemi"ne katıldık.  

Emek ve Demokrasi Platformu'nun düzenlediği 675 sayılı KHK'yle görevden alınanların,  yeniden göreve dönmeleri içerikli bu eyleme katılım 100 kişi civarındaydı. 

Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi - Çukurova Grubu





20 Ekim 2016 Perşembe

WKEMDG Dayanışma Kahvaltısı Düzenliyor


WKEMDG direnişçileri, gönüllüleri ve WKEMDG dostları olarak 30 Ekim sabahı kahvaltıda buluşuyoruz. Hem çalışmalarımızdan bahsedeceğimiz hem de hasret gidereceğimiz bu buluşmaya gönlü bizden yana olan tüm arkadaşları bekliyoruz...

Dayanışma ağlarımızı güçlendireceğimiz kahvaltı etkinliğimizle ilgili bilgilere aşağıdaki afişten ulaşabilirsiniz...

Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi


11 Ekim 2016 Salı

Eylem Ataş Kavgamızda Yaşayacak!



Menbiç'te İŞİD çetelerine karşı savaşırken 27 Haziran'da şehit düşen BÖG  (Birleşik Özgürlük Güçleri ) üyesi 23 yaşındaki Eylem Ataş, şehit düştükten 102 gün sonra, 7 Ekim'de  Adana'da toprağa verildi.

Devlet güçlerinin cenazesini 102 gün boyunca sınırda beklettiği Eylem Ataş'ın (CEMRE) cenazesinin yurda getirilmesi için kampanyalar başlatılmış ve 7 Ekim'de olumlu sonuç alınarak, HDP'li vekil M.Danış BEŞTAŞ'ında arasında  bulunduğu girişimciler tarafından Mardin'e getirilmişti.

Oradan Adana Adli Tıp Kurumu'na getirilen Eylem Ataş'ın cenazesi,  kurum üyelerinin de arasında bulunduğu bir grup tarafından alınarak,  Şakirpaşa Mehmet Demir Cemevi'ne getirilmiştir. Adli Tıp'ta iki polisin; "teröristlerin dirisi de belâ, ölüsü de bela" sözleri, insanlıktan nasiplenmeyen yaratıkların hali pür melalini ortaya koymaktadır.

Burada cenaze,  kadınların taşıdığı kırmızı, mor bayraklar arasında ve kadın yoldaşlarının omuzlarında taşınarak tören alanına getirilmiştir. Daha sonra cenaze, kalabalık bir grup tarafından Küçükoba Mezarlığına götürülmüs ve  yine İŞİD çetelerine karşı savaşırken şehit düşen yoldaşı Bedrettin Akdeniz'in yanına defnedilmistir.

Kendine yakışır biçimde şehit düşen enternasyonalist devrimci Cemre kardeşimiz, ışıklar içinde uyusun.

Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslar Dayanışma Girişimi - Çukurova Grubu




WKEMDG Çukurova Grubu Öğretmenler Eylemine Destek Verdi



Adana KESK Şubeler Platformu'nun 22 Eylül'de başlattığı "Öğretmenime Dokunma" eylemi, coşkuyla devam ediyor. 14 bin öğretmenin işten atıldığı ve Adana'dan Eğitim-Sen 'li 18 öğretmenin görevden alınmasının protesto edildiği gösteri; her akşam 18.00-19.00 arası Adana Atatürk Parkı'nda gerçekleşiyor.  WKEMDG Adana aktivistlerinin de zaman zaman destek verdiği bu etkinlik, basın açıklaması, konuşmalar , türkü ve halaylar,  oturma eylemi biçimiyle  sürdürülüyor.  

Dünya Öğretmenler Günü olması nedeniyle,  5 Ekim'de oldukça coşkulu geçen bu eylemde, kurumsal olarak bir kez daha katılım sağladık. Basın açıklaması sonrasında, çeşitli kurumların mesajları okundu ve liseli -üniversiteli gençler de bilimsel eğitim içerikli konuşmalar yaptı. Oturma eylemi sonrasında, türküler ve halaylarla son bulan eyleme 200 civarı katılım vardı ve coşkuluydu.  

Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi - Çukurova Grubu



21 Eylül 2016 Çarşamba

600. Haftasında Cumartesi Anneleri ve İnsan Hakları Kayıplar Mücadelesi !



Bundan önce anlatılacak çok hikaye vardır mutlaka. 21 yılın izleri her güne yeni bir tarihe sayfa açarken 'Cumartesi İnsanları' umut ışıklarını hiç eksiltmedi. Günler geçti aylar geçti ve de mevsimler çok geride acıları, umutları kor eyledi. 

Gözaltında kayıplar mücadelesi ile 1995'te başlayan bu serüven; kışın karından yazın sıcağından ve zalimlerin zulmünden korkmadan kararlı yürüyüşlerini sürdürdüler. Hasan Ocak kaybedildiğinde bir Mart gününde Newroz öncesi Emine Ana işaret fişeğini çoktan çakmıştı. Emine Ana artık bir simge. Evladı Hasan için Ocak ailesi ve Hasan'ın arkadaşları bu işaret fişeğinin ateşini gördü, büyüttüler ilmek ilmek mücadeleyi ve bıkmaz-usanmaz kararlılıkla her yerde aradılar, sordular ve hesap sordular katillerden. “Bizde yok, bilmiyoruz, haberimiz yok” teraneleri bilinen kaybetme yönteminin sözleri. Karnı tok bu sözlere insanların. Gerçeği aramak-bulmak ve ısrar etmek gerekti. Acının isyanı, bir annenin feryatlarının derinliğinde vicdan yaptı yüreklerde. 

İHD, insan hakları gözaltında kayıplar komisyonu bu durumu gündemleştirdi ve müdahale ederek tüm kayıpların sorunları haline getirdi. Rıdvan Karakoç'un aynı tarihlerde gözaltında kaybedilmesi bu mücadeleyi ortaklaşan bir mücadelenin faaliyeti yaptı. Hergün Galatasaray Lisesi önünde öğle vakti; kayıp yakınları, aileler ve insan hakları savunucuları oturarak mekan tuttu. Baskı, abluka ve gözaltılar Cumartesi İnsanları'nı geriletemedi. Onlar seslerini; Ankara'da mecliste, basın açıklamalarında, sendikalarda, derneklerde ve emekçi semtlerde duyurmaya çalıştı. Eylemler yaptılar sokaklarda, afişler astılar, pankartlar sallandırdılar yüksek binalardan, üst geçitlerden. Sağır sultan duymuştu, görmeyen gözler görmüştü ve sessizliğin karanlığına gömülenler dilsizliklerine yeter diyebildiler...

Ama bu mücadelenin neresinden tutarlarsa tutsunlar elbette bir kıymeti harbiyesi vardı. Kamuoyu baskısı denen şey aslında insana ilişkin bir değer ve insan olan içindi aslolan. Birbirlerini tanımayanlar; tanış oldu, dost oldu, yoldaş oldu bu ortak mücadelede. Paylaşımlarda samimi anlayışta kolektif yaşam; kolektifleştirdi yaşamlarını Cumartesi İnsanları'nın...

Hasan Ocak'ın cansız bedeni işkence yapılarak katledildiğinin kanıtı oldu kimsesizler mezarlığından çıkarılan naaşı. Duyulan her bir ses, konuşulan her bir söz bir anlam kazandı ya da kazandırıldı hissedilen duygularla. Bitmez tükenmez bir enerji ve hesap soran anlayışla, suçlunun kim olduğunun kararlılığı ile aranmadık mezarlık, girilmedik metruk alan ve gözden kaçırılan izbe mekanlar kalmadı. Beykoz'da kimsesizler mezarlığında bulundu Hasan Ocak. 

Hasan Ocak adı işkencede katledilip kaybedilenlerin adıyla anılır şimdi; 12 Mart 1995’te İstanbul Gazi Mahallesi’nde Alevilerin gittiği 4 kahvehanenin taranması sonrası ayaklanan Gazi Halkı devrimcilerin öncülüğünde bir direniş destanı yazdılar. 17 kişi hayatını kaybetti ve onlarca kişi yaralandı. Ayaklanmanın komutanlarından Hasan Ocak; 21 Mart 1995 tarihinde kontrgerilla tarafından gözaltına alınıp kaybedildi. Akşam eve geleceğini annesine söyleyen Hasan bir daha geri dönmedi... İlerleyen günlerde kendisinden bir haber alınamayınca, aile savcılığa başvurdu. 
Savcılık, İstanbul terörle mücadele ve devlet yetkilileri başvuruları geri çevirdi ve inkar etti. Anne Emine Ocak İçişleri Bakanlığı’na dilekçe vermeye gittiğinde, evladının akıbetini öğrenmek istediğinde 'devlet aklı' onu 18 gün gözaltında tuttu. Gözaltı sırasında polisler kendisine “Oğlun gözaltında işkenceden öldü. Onu niye arıyorsun ki? Seni de onun gibi öldüreceğiz,” diyerek bir annenin feryadıyla alay ettiler. Halbuki aynı tarihlerde gözaltında olanlar Hasan'ı gördüklerini belirttiler. AHİM sürecinde, tanıklar resmi evrak tutanağında Hasan'ın da isminin olduğunu beyan ettiler ve Hasan'ın işkence görmüş 'bakışları donuklaşmış' halini gördüklerini söylediler. Ve İHD'de bir tanık işkenceden çıktıktan sonra gördüğü resmin Hasan Ocak olduğunu anladığını ifade etti. 30 Mart’ta gözaltına alınan bir tanık ise  sorgulamada; “Sen kaybolan son Hasan olacaksın. Biliyorsun, Gazi’den başkalarını da aldık. Elimizde başkaları da var,” şeklinde tehditlerde bulunulduğunu ifade etti. 

26 Mart 1995’te Beykoz’da ormanlık bir alanda bir cesedin bulunup, soruşturma yapılıp, parmak izi alınmasına rağmen kimlik tespiti yapılmadan kimsesizler mezarlığına gömüldüğü anlaşıldı. Ocak Ailesi, 15 Mayıs 1995'de Adli Tıp Kurumu kayıtlarından Hasan'ı teşhis etti, iki gün sonra yoğun işkence görmüş bedenine ulaşabildi. Hasan Ocak, onbinlerce kişinin sahiplenmesi ile Gazi mahallesinde görkemli bir yürüyüşle şimdiki bulunduğu “Gazi Mezarlığı'nda defnedildi. Şimdi o; görkemli bakışlarıyla hep bizi denetleyen gözlerle bakıyor sevecen gülümseyişindeki sıcaklıkla.
Rıdvan Karakoç ise bu süreçte işkencede katledilen ikinci kişi; Kürt halkının makus talihidir bu gözaltında kaybedilip katlediliş. Faaliyetlerinden dolayı aranırken aileye verilen ceza ise baskı, şiddet ve gözaltı. Son bir kez abisi Abdurrahman'dan elbise ve harçlık istedi ama Rıdvan onları alamadan kaybedildi. Hasan Ocak’ın ailesi, Hasan Ocak’ı ararken adli tıp kayıtlarında Rıdvan’ın resmini tesadüfen buldular. Savcılık üç ay sonra Rıdvan’ın ailesine ancak haber verdi. Adli Tıp kayıtlarına göre Beykoz’un Bozane Köyü, Dedeler Mevkiinde, ormanın içinde köylüler tarafından bulunan cansız beden 26 Mart'ta Adli Tıp'a teslim edilmiş ve ardından Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı'na defnedilmiş. Açığa çıkan ve artık saklayamayacaklarını anlayan 'devlet aklı'  28 Mayıs 1995’te Rıdvan’ın ailesine cenaze ile ilgili haber verdi. Karakoç ailesi 3 Haziran’da oğullarının cenazesini kimsesizler mezarlığından çıkararak Gazi Mezarlığı'na defnetti. Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç bu iki mücadele abidesi şimdi aynı mezarlıkta verilen mücadele sonucu sonucu alınan iradeyi selamlıyor. Bu arama mücadelesi aslında bugünlere gelmede önemli mihenk taşı olmuştur. Güç ve enerji vermiştir geride kalan kayıp yakınlarına, Cumartesi Anneleri'ne. Bir Galatasaray hikayesi bu iki olayla başlatıldığında; “Kayıplar Mücadelesi'nin Arjantin'de “Plaza de Mayo Meydanı”nda toplanan annelerin beyaz başörtüsü takarak darbecileri protesto eden duruşları, kayıplarını arama mücadelesinin mirası oldu “Galatasaray Meydanı.” Bu mücadelenin seyri artık her Cumartesi 'Galatasaray Meydanı'nda sürdürülüyor, sürdürme kararlılığı devam ediyor.

21 yıl geçti ve çocuk yaşta olanlar büyüdü 21 yıl daha. Anneler 21 yıl daha yaşlanarak ömürlerinin 21 yılını bu alanda kayıpları arayarak, çocuklarının kemiklerini bulurum umuduyla; kayıplarının bir mezarı olsun diye başında gözyaşlarını akıtabilsin diye ve mezarlarına dikecekleri bir ağacı bir çiçeği; evlatları yerine sevebilecekleri bir tutunabilecekleri-sulayabilecekleri ve de yüreklerindeki acılarını bir nebze olsun dindirebilecekleri, avutabilecekleri 'mezar! İsimsiz, belirsiz ve nerede olduğu bilinmez kayıp evlatlarının  mezar taşlarına yazabilecekleri adları olsun diye. Berfo ana evladı Cemil Kırbayır'ın kemiklerini bulabilmek için verdiği mücadelede, arkadan geleceklere “evladımın kemiklerimi bulun, ölürsem mezarımın yanına koyun” vasiyetini bırakarak 105 yaşında hayata gözlerini yumdu. Ailesine ve Cumartesi İnsanları'na bu vasiyet boyun borcu artık. Her Cumartesi onun ve tüm kayıpların akıbeti için, gözaltında işkencede ya da “Tahir Elçi” gibi faali belli cinayetin sorumlularının açığa çıkarılması için kayıpları sormaya devam edecek. Artık bu alan; “Plaza de Mayo Anneleri”nin mekan tuttuğu meydandan esinlenerek devraldıkları kayıplar mücadelesiyle özdeşleşen Cumartesi İnsanları'nın taleplerini haykırdıkları, kayıplarını sordukları yer, mekandır yani, “Galatasaray Meydanı”dır ve tarihin sayfalarına adı yazdırılacak olan.

24 Eylül 2016 tarihi bir Cumartesi günü yine toplanılacak ve kayıpların akıbeti ve hesabı sorulacak. Fakat bu farklı bir gündür mücadelenin maraton koşusunda. Tam 600 hafta dile kolay ama bir gerçek. Ancak arada bir kesinti olmadı değil; M.Ağar dönemi baskı, abluka ve şiddetle yasaklandı. Ancak mücadele maratoncuları haftalara dönüştürerek bu süreci yeniden başlattı. 600.gün 'Cumartesi Anneleri' şimdi adı 'Cumartesi İnsanları' olan kayıp yakınları, dostları, insan hakları savunucuları ve kendine insanım diyen herkes işçiler, emekçiler, ezilen halklarımız; devrimciler, demokratlar, gençler, kadınlar bu uzun maratonun koşucuları, kayıpları aramaya devam edecek ve etmelidir...

M.Acettin-Eylül/2016

Suruç'da Yaralanan Güneş Erzurumluoğlu: "Ayağa Kalkmam İçin Elimden Tutarmısınız?


Suruç katliamının 14. ayında Güneş Erzurumluoğlu’nun sesini duydum, “İsviçre’de bir klinik bana sağlığımı verebilir. Ama benim onlara verecek param yok” diyerek destek bekliyor. Ortada utanılacak bir şey var mı? Kesinlikle var. Utanması gereken kesinlikle Güneş değil, benim, biziz. Bende dahil her siyasetten herkes Suruç şehitlerine yoldaş dedik. Hissederek söyledim bunu, eminim herkes de hissederek söylemiştir. Bu temelde söylersem, Güneş’in durumunda habersiz olmamın son derece makul nedenleri var. Ama bu nedenler yürek olarak makul gelmiyor bana. Ekonomik olarak Güneş’ten farksızım. Ekonomik destekte bulunma imkanım yok. Ama Güneş sadece tedavisi için para beklemiyor. Dayanışma bekliyor. Bende sesimi onun sesine katarak, dayanışma gösteriyor ve dayanışmaya çağırıyorum. 

Eğer beni duyarsa Güneş’e çok teşekkür ediyorum. Eminim kendisi için çok zor olan bir şeyi yaptı ve 14 ay sonra destek çağrısında bulunarak, durumunu bana, bize duyurdu. 
Çok teşekkürler Güneş…

ÖO gazisi Muharrem Kurşun




Suruç'da yaralanan tedavisi hala süren Güneş Erzurumluoğlu:
"Ayağa kalkmam için elimden tutarmısınız?

Bugün 14 ay oldu. Ben aynı yatakta saatlerce yatalı 14 ay. Arkadaşlarımın seslerini duymayalı 14 ay oldu. Ben hep yanında olacağız denilip terkedileli 14 ay oldu. İki saatten fazla aynı yeri bırak aynı şekilde oturduğum nerde görülmüş. Normal yürürken zıplamaya başlamayalı saçma sapan anlarda koşmayalı eve ben geldim diye bağırarak girmeyeli. Benim kedim benden korkmaya başlayalı 14 ay oldu. Bacaklarım uzun diye hava atarken 14 aydır gözlerimin önünde eridiklerini görüyorum. Geçmeyen bir sürü yara da yanında hediyesi. Denizde hadi yarışalım ya daha derine gidelim demeyeli 14 ay oldu. 

Ben şimdi yan odaya dakikalar sonra her yere çarparak geçiyorum. Tshirtümü bile dengemi kaybetmeden giyemiyorum. Zevkle saatlerce ayna karşısında ağzı açık makyaj yapamayalı 14 ay oldu. Ben daha Urfa yoluna çıkarken şortumu giyip arabayla 10 dakikalık yolu bir saatte oraya buraya girerek insanlara saçma sapan gülerek gitmiştim o gülüş, heyecan solalı 14 ay oldu. Çığlığımla yer gök inleten ben iki cümleden sonra nefes nefese kalıyorum. Kuzenimle aynı tonda kahkaha atıp birbirimize bakıp bir daha kahkaha atamayalı 14 ay oldu. Elbisemi giyip kumsalda gezmeyeli yazı yazmayalı gerçekten iyi olmayalı kimsesiz kalalı iyi misin diye yanıma gelip insanları ben teselli edeli 14 ay oldu. 

İçimdeki değişmeyen söküp alamadığınız şey ise inancım bağlılığım! Evet yürüyeceğim tamam belki koşmayacağım ama kimse olmadan üç adımda nefes nefese kalsamda yürüyeceğim. Yer gök inlemesede kahkahalar atacağım göğsümde bir ağrı olsada. Tek başıma dışarı çıkabileceğim acaba bir aksilik olur mu demeden beş yılda geçse on yılda geçse yaşlansamda bir günlüğüne bile olsa yapacağım. Sinem'le bisiklet süremesemde dengemi kuracağım o beni sürecek inşaatta kiloluk torba taşıyamasamda suruçta katlettiğiniz kanı kanıma canı Canıma karışan yoldaşlarım için hayalimdeki o evi yapacağım. Ama ben hayattan kopalı dünya güneşin etrafında dönmeye başlayalı 14 ay geçti bir kaç aylık iyileşme şansım var ama size ihtiyacım da var. İsviçre'de bana istediklerimi verebilecek bir klinik var ama benim onlara istediklerini verebilecek param Yok bana yardım eder misiniz ?"

Destek olmak isterseniz, hesap numaraları:

4 Eylül 2016 Pazar

Edebiyat Dünyasının Duayeni Vedat Türkali 97 Yaşında Yaşama Gözlerini Kapattı




Vedat Türkali, 13 Mayıs 1919’da Samsun’da Kürkçüoğlu Mahallesi'nde doğdu. Mahallede Kürtler, Türkler, Lazlar, Boşnaklar, Çerkezler bir arada yaşıyordu.

Liseyi Samsun Lisesi’nde okuduktan sonra 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan’la evlendi. Maltepe Askeri Lisesi ve Kuleli Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1951’de tutuklandı. 9 yıl ceza aldı. 7 yıl yattıktan sonra serbest kaldı.

Rıfat Ilgaz ile Gar Yayınları’nı kuran Türkali, 1965’te Karanlıkta Uyananlar filmiyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı.

Türkali, romancılıkta ise çığır açan bir isimdi. Bir Gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Tek Kişilik Ölüm, Güven, Yeşilçam Dedikleri Türkiye, Kayıp Romanlar, Yalancı Tanıklar Kahvesi, Bitti Bitti Bitmedi gibi unutulmaz romanlara imza attı. 1974’te Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda birincilik ödülünü, 1976’da Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı.

Şiirlerinde; “Tophane’nin karanlık sokaklarında koyun koyuna yatan çocuklar...” “mavi patiskaları yırtan gemi...”yle sonsuzluğa yelken açtı diyerek barış taleplerini dile getirdi.

İstanbul'u anlatırken;
“Salkım salkım tan yelleri estiğinde,
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniye'nde güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri İSTANBUL!
“Haramilerin saltanatını yıkacağız, bekle bizi İstanbul”
Mısraları şarkılara, türkülere esin kaynağı oldu müziğin tınısında çınladı bu sözler.

Romanları, filmleri, oyunları, şiirleri kuşaktan kuşağa aktarıldı yıllar boyu.
“Bir Gün Tek Başına” yola çıktığında da kalabalıktı, “Mavi Karanlık”ta soluklanırken de “Güven”de kar yağışı altındayken de…

Geride bıraktığı eserleri insanlığın ortak mirası olarak okunabilir. Hayatı, duruşu ve yazdıklarıyla çok şey öğretti. Bu kısa bir biyografi aslında, yazılacak çok şey vardır mutlaka ama onu anlatmak, değerlendirmek kelimelere sığmaz...

Edebiyat dünyasının son yüzyılda yetiştirdiği duayen yazarı Vedat Türkali; Yaşamında durduğu yerden, ezilenlerden yana tavır koyarak muhalif yazar çizgisi ile dikkat çekti. Muhalif bir aydın yazar olarak yapması gerekenin bilinciyle; haksızlığa, adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı durdu. Özgürlük, demokrasi ve halkların kardeşliğini savundu.

Türkiye’de demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önemli isimlerinden Vedat Türkali; Kürt sorununun çözümü için yapılması gereken tavrı ortaya koydu.  'Ben Kürt değilim ama Kürt halkımızın neler çektiğini çok iyi biliyorum. Rahat rahat 'Ne mutlu Türk'üm diyene' diyebilmek için Kürt halkının sorunlarını çözmek zorundayız... Paşa hazretleri 'dağda bir tek gerilla kalmayıncaya kadar dağları temizleyeceğim' demiş. Aferin. Almış bir görev yerine getirecek tabii. Dağların boş kaldığı dönemlerde sorun çözülmüş mü? Niye çözülememiş? Çünkü sorun dağlarda değil. Sorun, kentte, toplumda, bizim aramızda. Çözülmedikçe, o dağlar yine dolar. Gençler 'spor olsun' diye çıkmıyor dağlara, canları pahasına çıkıyorlar' diyerek devrimci-sosyalist aydın özelliğini gösterdi.
Yarattığı eserleri ve siyasal anlayışındaki muhalif duruşuyla kalemine yansıttı.

Türkiye işçi sınıfı hareketinin mücadelesinde, sosyalist ve devrimci mücadelenin içinde ve yazdıkları roman, makale ve köşe yazılarında toplumsal, siyasal mücadele tarihine ışık oldu. Yaşadığı onca yılın deneyimleriyle; geride kalmış karanlıklarını iyi analiz ederek geçmişin daha net anlaşılmasına hizmet etti eserlerinde.

Vedat Türkali, Kürt sorunu üstüne doğruları hiç sakınmadan dillendirdi. Kürt halkıyla ve siyasetiyle doğrudan sapmadan, yalın ve kararlı iradesiyle ilişki kurdu. Dayanışma ilişkisini  barış ve çözüm üzerinden bakarak biçimlendirdi ve desteğini esirgemedi. 2002 seçimlerinde Demokratik Halk Partisi’nden (DEHAP) aday oldu ve sözünü pratiğe geçirdi.

Gezi ayaklanması ve kitlesel başkaldırı yeni sürece damga vururken Vedat Türkali yine ayaklanmanın yanında saf tuttu.

Agos Gazetesi’ndeki röportajında: “Taksim’de yaşanan Gezi Direnişi’ni ve Türkiye’nin birçok yerindeki olayları takip ettim. Sağlığım nedeniyle bu insanların aralarında olamadım. Ama onları izledikçe, geleceğimizin güvence altında olduğunu gördüm. Dünya tarihinde de Türkiye’de de şu çok açık olarak görülmüştür. Zulmün olduğu yerde direniş de olacaktır”dedi.

Sanat ve Edebiyat konusunda sansür karşıtı çizgisini sürdürdü; Agos Gazetesi’ndeki röportajında: “İktidar tehlike gördüğü her şeyi yasaklama yoluna gider. Sanatçı da edebiyatçı da sansürle karşılaşır. Türkiye’yi korku yönetiyor çünkü! İktidar muhalefetten korkuyor, muhalefet iktidardan. Halk işsizlikten, açlıktan da korkuyor, devletten de! Sanat en güçlü muhalefet biçimi” diyerek sanatçının ve edebiyatçının güçlü yönünü ortaya koydu.

Sanatçının, edebiyatçının ve bilcümle muhalif aydınların; “Düşündüğünü söylemekten korkmaya başlarsa bir kişi, düşünmekten de korkmaya başlar” sözleriyle ve “Bir yere ulaşmanın çeşitli yolları var, onursuzu seçmek de yürek işidir. Kafasına yükselmeyi koymuşsa etini de sunar, beynini de. Güçlük onurlu yürümekte.”

İşte bir ömrün 97 yılı geride bıraktıklarıyla değeri yücelen, onurlu duruşunu asla kaybetmeden yolundan sapmayan devrimci sosyalist edebiyat duayeni Vedat Türkali bu dünyadan geçti....

Mehmet Acettin

İsviçre'de Ölüm Orucu Direnişçileri'nin Katıldığı Gezi Düzenlendi


İsviçre'de kurulu bulunan İnsan Hakları ve Dayanışma Derneği - İsviçre ile dernek dostları 26-27-28 Ağustos 2016 tarihlerinde İsviçre'nin Locarno  kentinde ölüm orucu direnişçileri ile dayanışma gezisi gerçekleştirdi.

Geziye 2'si bebek, 3'ü çocuk 29 kişi katılırken bunların 10'u ölüm orucu direnişçisi idi.
Katılımcılar 27 Ağustos Cumartesi tam gün olmak üzere üç gün boyunca yolda, kamp alanında, gezilen yerlerde birlikte oldu.

Ascona, Locarno ve Lugano şehirlerini gezen ölüm orucu direnişçileri ve destekçiler bunun yanı sıra piknik yaptılar, göle girdiler, sohbet ettiler, halay çektiler, eğlendiler, dinlendiler.

Cumartesi akşamı yapılan toplantı ve aradaki sohbetlerde ölüm orucu direnişçisi arkadaşlar gezinin oldukça yararlı olduğunu, bir arada bulunmaktan çok mutlu olduklarını ve benzeri etkinliklerin tekrarlanması ve süreklilik kazanması gerektiğini ifade ettiler.

Sohbet sırasında ölüm orucu direnişçilerinin birlikte kalabileceği ve aynı zamanda üretime dönük faaliyetlerin gerçekleştirileceği bir mekan oluşturulması için proje yapılması gerektiği de dile getirildi.

Yurtdışı ortamlarda bohem bir yaşam anlayışının geliştiğini ifade eden ölüm orucu direnişçisi bir arkadaş egoistliği kırmak için birbirimize dönük yaşamamız gerektiğini belirterek gezide değişik siyasi gruplardan kişilerin olmasının önemli olduğunu sözlerine ekledi.

Bir başka ölüm orucu direnişçisi arkadaş dağınıklıktan yakınarak Türkiye'ye dönük olarak da çalışmalar yürütülmesinin önemine değindi.

Söz alan ölüm orucu direnişçilerinin hepsi bu çalışmanın genişletilmesi gerektiğini ifade ettiler.
Bazı katılımcılar ve dernek çalışanları ise seçilen yerin uzak olduğunu ve engelli arkadaşlar için zorluklar içerdiğini, organizasyonda kimi eksikler bulunduğunu vurguladılar.

Dernek üyeleri ve dostları ise eleştiri ve övgüleri dikkate alarak sonraki etkinlikleri daha iyi ve başarılı gerçekleştirmeye çalışacaklarını açıkladılar.

Üç günlük gezi kimi eksiklerine rağmen geleceğe dair umutlar ve mutlu anılar bırakarak sona erdi.