21 Eylül 2016 Çarşamba

600. Haftasında Cumartesi Anneleri ve İnsan Hakları Kayıplar Mücadelesi !



Bundan önce anlatılacak çok hikaye vardır mutlaka. 21 yılın izleri her güne yeni bir tarihe sayfa açarken 'Cumartesi İnsanları' umut ışıklarını hiç eksiltmedi. Günler geçti aylar geçti ve de mevsimler çok geride acıları, umutları kor eyledi. 

Gözaltında kayıplar mücadelesi ile 1995'te başlayan bu serüven; kışın karından yazın sıcağından ve zalimlerin zulmünden korkmadan kararlı yürüyüşlerini sürdürdüler. Hasan Ocak kaybedildiğinde bir Mart gününde Newroz öncesi Emine Ana işaret fişeğini çoktan çakmıştı. Emine Ana artık bir simge. Evladı Hasan için Ocak ailesi ve Hasan'ın arkadaşları bu işaret fişeğinin ateşini gördü, büyüttüler ilmek ilmek mücadeleyi ve bıkmaz-usanmaz kararlılıkla her yerde aradılar, sordular ve hesap sordular katillerden. “Bizde yok, bilmiyoruz, haberimiz yok” teraneleri bilinen kaybetme yönteminin sözleri. Karnı tok bu sözlere insanların. Gerçeği aramak-bulmak ve ısrar etmek gerekti. Acının isyanı, bir annenin feryatlarının derinliğinde vicdan yaptı yüreklerde. 

İHD, insan hakları gözaltında kayıplar komisyonu bu durumu gündemleştirdi ve müdahale ederek tüm kayıpların sorunları haline getirdi. Rıdvan Karakoç'un aynı tarihlerde gözaltında kaybedilmesi bu mücadeleyi ortaklaşan bir mücadelenin faaliyeti yaptı. Hergün Galatasaray Lisesi önünde öğle vakti; kayıp yakınları, aileler ve insan hakları savunucuları oturarak mekan tuttu. Baskı, abluka ve gözaltılar Cumartesi İnsanları'nı geriletemedi. Onlar seslerini; Ankara'da mecliste, basın açıklamalarında, sendikalarda, derneklerde ve emekçi semtlerde duyurmaya çalıştı. Eylemler yaptılar sokaklarda, afişler astılar, pankartlar sallandırdılar yüksek binalardan, üst geçitlerden. Sağır sultan duymuştu, görmeyen gözler görmüştü ve sessizliğin karanlığına gömülenler dilsizliklerine yeter diyebildiler...

Ama bu mücadelenin neresinden tutarlarsa tutsunlar elbette bir kıymeti harbiyesi vardı. Kamuoyu baskısı denen şey aslında insana ilişkin bir değer ve insan olan içindi aslolan. Birbirlerini tanımayanlar; tanış oldu, dost oldu, yoldaş oldu bu ortak mücadelede. Paylaşımlarda samimi anlayışta kolektif yaşam; kolektifleştirdi yaşamlarını Cumartesi İnsanları'nın...

Hasan Ocak'ın cansız bedeni işkence yapılarak katledildiğinin kanıtı oldu kimsesizler mezarlığından çıkarılan naaşı. Duyulan her bir ses, konuşulan her bir söz bir anlam kazandı ya da kazandırıldı hissedilen duygularla. Bitmez tükenmez bir enerji ve hesap soran anlayışla, suçlunun kim olduğunun kararlılığı ile aranmadık mezarlık, girilmedik metruk alan ve gözden kaçırılan izbe mekanlar kalmadı. Beykoz'da kimsesizler mezarlığında bulundu Hasan Ocak. 

Hasan Ocak adı işkencede katledilip kaybedilenlerin adıyla anılır şimdi; 12 Mart 1995’te İstanbul Gazi Mahallesi’nde Alevilerin gittiği 4 kahvehanenin taranması sonrası ayaklanan Gazi Halkı devrimcilerin öncülüğünde bir direniş destanı yazdılar. 17 kişi hayatını kaybetti ve onlarca kişi yaralandı. Ayaklanmanın komutanlarından Hasan Ocak; 21 Mart 1995 tarihinde kontrgerilla tarafından gözaltına alınıp kaybedildi. Akşam eve geleceğini annesine söyleyen Hasan bir daha geri dönmedi... İlerleyen günlerde kendisinden bir haber alınamayınca, aile savcılığa başvurdu. 
Savcılık, İstanbul terörle mücadele ve devlet yetkilileri başvuruları geri çevirdi ve inkar etti. Anne Emine Ocak İçişleri Bakanlığı’na dilekçe vermeye gittiğinde, evladının akıbetini öğrenmek istediğinde 'devlet aklı' onu 18 gün gözaltında tuttu. Gözaltı sırasında polisler kendisine “Oğlun gözaltında işkenceden öldü. Onu niye arıyorsun ki? Seni de onun gibi öldüreceğiz,” diyerek bir annenin feryadıyla alay ettiler. Halbuki aynı tarihlerde gözaltında olanlar Hasan'ı gördüklerini belirttiler. AHİM sürecinde, tanıklar resmi evrak tutanağında Hasan'ın da isminin olduğunu beyan ettiler ve Hasan'ın işkence görmüş 'bakışları donuklaşmış' halini gördüklerini söylediler. Ve İHD'de bir tanık işkenceden çıktıktan sonra gördüğü resmin Hasan Ocak olduğunu anladığını ifade etti. 30 Mart’ta gözaltına alınan bir tanık ise  sorgulamada; “Sen kaybolan son Hasan olacaksın. Biliyorsun, Gazi’den başkalarını da aldık. Elimizde başkaları da var,” şeklinde tehditlerde bulunulduğunu ifade etti. 

26 Mart 1995’te Beykoz’da ormanlık bir alanda bir cesedin bulunup, soruşturma yapılıp, parmak izi alınmasına rağmen kimlik tespiti yapılmadan kimsesizler mezarlığına gömüldüğü anlaşıldı. Ocak Ailesi, 15 Mayıs 1995'de Adli Tıp Kurumu kayıtlarından Hasan'ı teşhis etti, iki gün sonra yoğun işkence görmüş bedenine ulaşabildi. Hasan Ocak, onbinlerce kişinin sahiplenmesi ile Gazi mahallesinde görkemli bir yürüyüşle şimdiki bulunduğu “Gazi Mezarlığı'nda defnedildi. Şimdi o; görkemli bakışlarıyla hep bizi denetleyen gözlerle bakıyor sevecen gülümseyişindeki sıcaklıkla.
Rıdvan Karakoç ise bu süreçte işkencede katledilen ikinci kişi; Kürt halkının makus talihidir bu gözaltında kaybedilip katlediliş. Faaliyetlerinden dolayı aranırken aileye verilen ceza ise baskı, şiddet ve gözaltı. Son bir kez abisi Abdurrahman'dan elbise ve harçlık istedi ama Rıdvan onları alamadan kaybedildi. Hasan Ocak’ın ailesi, Hasan Ocak’ı ararken adli tıp kayıtlarında Rıdvan’ın resmini tesadüfen buldular. Savcılık üç ay sonra Rıdvan’ın ailesine ancak haber verdi. Adli Tıp kayıtlarına göre Beykoz’un Bozane Köyü, Dedeler Mevkiinde, ormanın içinde köylüler tarafından bulunan cansız beden 26 Mart'ta Adli Tıp'a teslim edilmiş ve ardından Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı'na defnedilmiş. Açığa çıkan ve artık saklayamayacaklarını anlayan 'devlet aklı'  28 Mayıs 1995’te Rıdvan’ın ailesine cenaze ile ilgili haber verdi. Karakoç ailesi 3 Haziran’da oğullarının cenazesini kimsesizler mezarlığından çıkararak Gazi Mezarlığı'na defnetti. Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç bu iki mücadele abidesi şimdi aynı mezarlıkta verilen mücadele sonucu sonucu alınan iradeyi selamlıyor. Bu arama mücadelesi aslında bugünlere gelmede önemli mihenk taşı olmuştur. Güç ve enerji vermiştir geride kalan kayıp yakınlarına, Cumartesi Anneleri'ne. Bir Galatasaray hikayesi bu iki olayla başlatıldığında; “Kayıplar Mücadelesi'nin Arjantin'de “Plaza de Mayo Meydanı”nda toplanan annelerin beyaz başörtüsü takarak darbecileri protesto eden duruşları, kayıplarını arama mücadelesinin mirası oldu “Galatasaray Meydanı.” Bu mücadelenin seyri artık her Cumartesi 'Galatasaray Meydanı'nda sürdürülüyor, sürdürme kararlılığı devam ediyor.

21 yıl geçti ve çocuk yaşta olanlar büyüdü 21 yıl daha. Anneler 21 yıl daha yaşlanarak ömürlerinin 21 yılını bu alanda kayıpları arayarak, çocuklarının kemiklerini bulurum umuduyla; kayıplarının bir mezarı olsun diye başında gözyaşlarını akıtabilsin diye ve mezarlarına dikecekleri bir ağacı bir çiçeği; evlatları yerine sevebilecekleri bir tutunabilecekleri-sulayabilecekleri ve de yüreklerindeki acılarını bir nebze olsun dindirebilecekleri, avutabilecekleri 'mezar! İsimsiz, belirsiz ve nerede olduğu bilinmez kayıp evlatlarının  mezar taşlarına yazabilecekleri adları olsun diye. Berfo ana evladı Cemil Kırbayır'ın kemiklerini bulabilmek için verdiği mücadelede, arkadan geleceklere “evladımın kemiklerimi bulun, ölürsem mezarımın yanına koyun” vasiyetini bırakarak 105 yaşında hayata gözlerini yumdu. Ailesine ve Cumartesi İnsanları'na bu vasiyet boyun borcu artık. Her Cumartesi onun ve tüm kayıpların akıbeti için, gözaltında işkencede ya da “Tahir Elçi” gibi faali belli cinayetin sorumlularının açığa çıkarılması için kayıpları sormaya devam edecek. Artık bu alan; “Plaza de Mayo Anneleri”nin mekan tuttuğu meydandan esinlenerek devraldıkları kayıplar mücadelesiyle özdeşleşen Cumartesi İnsanları'nın taleplerini haykırdıkları, kayıplarını sordukları yer, mekandır yani, “Galatasaray Meydanı”dır ve tarihin sayfalarına adı yazdırılacak olan.

24 Eylül 2016 tarihi bir Cumartesi günü yine toplanılacak ve kayıpların akıbeti ve hesabı sorulacak. Fakat bu farklı bir gündür mücadelenin maraton koşusunda. Tam 600 hafta dile kolay ama bir gerçek. Ancak arada bir kesinti olmadı değil; M.Ağar dönemi baskı, abluka ve şiddetle yasaklandı. Ancak mücadele maratoncuları haftalara dönüştürerek bu süreci yeniden başlattı. 600.gün 'Cumartesi Anneleri' şimdi adı 'Cumartesi İnsanları' olan kayıp yakınları, dostları, insan hakları savunucuları ve kendine insanım diyen herkes işçiler, emekçiler, ezilen halklarımız; devrimciler, demokratlar, gençler, kadınlar bu uzun maratonun koşucuları, kayıpları aramaya devam edecek ve etmelidir...

M.Acettin-Eylül/2016

Suruç'da Yaralanan Güneş Erzurumluoğlu: "Ayağa Kalkmam İçin Elimden Tutarmısınız?


Suruç katliamının 14. ayında Güneş Erzurumluoğlu’nun sesini duydum, “İsviçre’de bir klinik bana sağlığımı verebilir. Ama benim onlara verecek param yok” diyerek destek bekliyor. Ortada utanılacak bir şey var mı? Kesinlikle var. Utanması gereken kesinlikle Güneş değil, benim, biziz. Bende dahil her siyasetten herkes Suruç şehitlerine yoldaş dedik. Hissederek söyledim bunu, eminim herkes de hissederek söylemiştir. Bu temelde söylersem, Güneş’in durumunda habersiz olmamın son derece makul nedenleri var. Ama bu nedenler yürek olarak makul gelmiyor bana. Ekonomik olarak Güneş’ten farksızım. Ekonomik destekte bulunma imkanım yok. Ama Güneş sadece tedavisi için para beklemiyor. Dayanışma bekliyor. Bende sesimi onun sesine katarak, dayanışma gösteriyor ve dayanışmaya çağırıyorum. 

Eğer beni duyarsa Güneş’e çok teşekkür ediyorum. Eminim kendisi için çok zor olan bir şeyi yaptı ve 14 ay sonra destek çağrısında bulunarak, durumunu bana, bize duyurdu. 
Çok teşekkürler Güneş…

ÖO gazisi Muharrem Kurşun




Suruç'da yaralanan tedavisi hala süren Güneş Erzurumluoğlu:
"Ayağa kalkmam için elimden tutarmısınız?

Bugün 14 ay oldu. Ben aynı yatakta saatlerce yatalı 14 ay. Arkadaşlarımın seslerini duymayalı 14 ay oldu. Ben hep yanında olacağız denilip terkedileli 14 ay oldu. İki saatten fazla aynı yeri bırak aynı şekilde oturduğum nerde görülmüş. Normal yürürken zıplamaya başlamayalı saçma sapan anlarda koşmayalı eve ben geldim diye bağırarak girmeyeli. Benim kedim benden korkmaya başlayalı 14 ay oldu. Bacaklarım uzun diye hava atarken 14 aydır gözlerimin önünde eridiklerini görüyorum. Geçmeyen bir sürü yara da yanında hediyesi. Denizde hadi yarışalım ya daha derine gidelim demeyeli 14 ay oldu. 

Ben şimdi yan odaya dakikalar sonra her yere çarparak geçiyorum. Tshirtümü bile dengemi kaybetmeden giyemiyorum. Zevkle saatlerce ayna karşısında ağzı açık makyaj yapamayalı 14 ay oldu. Ben daha Urfa yoluna çıkarken şortumu giyip arabayla 10 dakikalık yolu bir saatte oraya buraya girerek insanlara saçma sapan gülerek gitmiştim o gülüş, heyecan solalı 14 ay oldu. Çığlığımla yer gök inleten ben iki cümleden sonra nefes nefese kalıyorum. Kuzenimle aynı tonda kahkaha atıp birbirimize bakıp bir daha kahkaha atamayalı 14 ay oldu. Elbisemi giyip kumsalda gezmeyeli yazı yazmayalı gerçekten iyi olmayalı kimsesiz kalalı iyi misin diye yanıma gelip insanları ben teselli edeli 14 ay oldu. 

İçimdeki değişmeyen söküp alamadığınız şey ise inancım bağlılığım! Evet yürüyeceğim tamam belki koşmayacağım ama kimse olmadan üç adımda nefes nefese kalsamda yürüyeceğim. Yer gök inlemesede kahkahalar atacağım göğsümde bir ağrı olsada. Tek başıma dışarı çıkabileceğim acaba bir aksilik olur mu demeden beş yılda geçse on yılda geçse yaşlansamda bir günlüğüne bile olsa yapacağım. Sinem'le bisiklet süremesemde dengemi kuracağım o beni sürecek inşaatta kiloluk torba taşıyamasamda suruçta katlettiğiniz kanı kanıma canı Canıma karışan yoldaşlarım için hayalimdeki o evi yapacağım. Ama ben hayattan kopalı dünya güneşin etrafında dönmeye başlayalı 14 ay geçti bir kaç aylık iyileşme şansım var ama size ihtiyacım da var. İsviçre'de bana istediklerimi verebilecek bir klinik var ama benim onlara istediklerini verebilecek param Yok bana yardım eder misiniz ?"

Destek olmak isterseniz, hesap numaraları:

4 Eylül 2016 Pazar

Edebiyat Dünyasının Duayeni Vedat Türkali 97 Yaşında Yaşama Gözlerini Kapattı




Vedat Türkali, 13 Mayıs 1919’da Samsun’da Kürkçüoğlu Mahallesi'nde doğdu. Mahallede Kürtler, Türkler, Lazlar, Boşnaklar, Çerkezler bir arada yaşıyordu.

Liseyi Samsun Lisesi’nde okuduktan sonra 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan’la evlendi. Maltepe Askeri Lisesi ve Kuleli Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1951’de tutuklandı. 9 yıl ceza aldı. 7 yıl yattıktan sonra serbest kaldı.

Rıfat Ilgaz ile Gar Yayınları’nı kuran Türkali, 1965’te Karanlıkta Uyananlar filmiyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı.

Türkali, romancılıkta ise çığır açan bir isimdi. Bir Gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Tek Kişilik Ölüm, Güven, Yeşilçam Dedikleri Türkiye, Kayıp Romanlar, Yalancı Tanıklar Kahvesi, Bitti Bitti Bitmedi gibi unutulmaz romanlara imza attı. 1974’te Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda birincilik ödülünü, 1976’da Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı.

Şiirlerinde; “Tophane’nin karanlık sokaklarında koyun koyuna yatan çocuklar...” “mavi patiskaları yırtan gemi...”yle sonsuzluğa yelken açtı diyerek barış taleplerini dile getirdi.

İstanbul'u anlatırken;
“Salkım salkım tan yelleri estiğinde,
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniye'nde güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri İSTANBUL!
“Haramilerin saltanatını yıkacağız, bekle bizi İstanbul”
Mısraları şarkılara, türkülere esin kaynağı oldu müziğin tınısında çınladı bu sözler.

Romanları, filmleri, oyunları, şiirleri kuşaktan kuşağa aktarıldı yıllar boyu.
“Bir Gün Tek Başına” yola çıktığında da kalabalıktı, “Mavi Karanlık”ta soluklanırken de “Güven”de kar yağışı altındayken de…

Geride bıraktığı eserleri insanlığın ortak mirası olarak okunabilir. Hayatı, duruşu ve yazdıklarıyla çok şey öğretti. Bu kısa bir biyografi aslında, yazılacak çok şey vardır mutlaka ama onu anlatmak, değerlendirmek kelimelere sığmaz...

Edebiyat dünyasının son yüzyılda yetiştirdiği duayen yazarı Vedat Türkali; Yaşamında durduğu yerden, ezilenlerden yana tavır koyarak muhalif yazar çizgisi ile dikkat çekti. Muhalif bir aydın yazar olarak yapması gerekenin bilinciyle; haksızlığa, adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı durdu. Özgürlük, demokrasi ve halkların kardeşliğini savundu.

Türkiye’de demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önemli isimlerinden Vedat Türkali; Kürt sorununun çözümü için yapılması gereken tavrı ortaya koydu.  'Ben Kürt değilim ama Kürt halkımızın neler çektiğini çok iyi biliyorum. Rahat rahat 'Ne mutlu Türk'üm diyene' diyebilmek için Kürt halkının sorunlarını çözmek zorundayız... Paşa hazretleri 'dağda bir tek gerilla kalmayıncaya kadar dağları temizleyeceğim' demiş. Aferin. Almış bir görev yerine getirecek tabii. Dağların boş kaldığı dönemlerde sorun çözülmüş mü? Niye çözülememiş? Çünkü sorun dağlarda değil. Sorun, kentte, toplumda, bizim aramızda. Çözülmedikçe, o dağlar yine dolar. Gençler 'spor olsun' diye çıkmıyor dağlara, canları pahasına çıkıyorlar' diyerek devrimci-sosyalist aydın özelliğini gösterdi.
Yarattığı eserleri ve siyasal anlayışındaki muhalif duruşuyla kalemine yansıttı.

Türkiye işçi sınıfı hareketinin mücadelesinde, sosyalist ve devrimci mücadelenin içinde ve yazdıkları roman, makale ve köşe yazılarında toplumsal, siyasal mücadele tarihine ışık oldu. Yaşadığı onca yılın deneyimleriyle; geride kalmış karanlıklarını iyi analiz ederek geçmişin daha net anlaşılmasına hizmet etti eserlerinde.

Vedat Türkali, Kürt sorunu üstüne doğruları hiç sakınmadan dillendirdi. Kürt halkıyla ve siyasetiyle doğrudan sapmadan, yalın ve kararlı iradesiyle ilişki kurdu. Dayanışma ilişkisini  barış ve çözüm üzerinden bakarak biçimlendirdi ve desteğini esirgemedi. 2002 seçimlerinde Demokratik Halk Partisi’nden (DEHAP) aday oldu ve sözünü pratiğe geçirdi.

Gezi ayaklanması ve kitlesel başkaldırı yeni sürece damga vururken Vedat Türkali yine ayaklanmanın yanında saf tuttu.

Agos Gazetesi’ndeki röportajında: “Taksim’de yaşanan Gezi Direnişi’ni ve Türkiye’nin birçok yerindeki olayları takip ettim. Sağlığım nedeniyle bu insanların aralarında olamadım. Ama onları izledikçe, geleceğimizin güvence altında olduğunu gördüm. Dünya tarihinde de Türkiye’de de şu çok açık olarak görülmüştür. Zulmün olduğu yerde direniş de olacaktır”dedi.

Sanat ve Edebiyat konusunda sansür karşıtı çizgisini sürdürdü; Agos Gazetesi’ndeki röportajında: “İktidar tehlike gördüğü her şeyi yasaklama yoluna gider. Sanatçı da edebiyatçı da sansürle karşılaşır. Türkiye’yi korku yönetiyor çünkü! İktidar muhalefetten korkuyor, muhalefet iktidardan. Halk işsizlikten, açlıktan da korkuyor, devletten de! Sanat en güçlü muhalefet biçimi” diyerek sanatçının ve edebiyatçının güçlü yönünü ortaya koydu.

Sanatçının, edebiyatçının ve bilcümle muhalif aydınların; “Düşündüğünü söylemekten korkmaya başlarsa bir kişi, düşünmekten de korkmaya başlar” sözleriyle ve “Bir yere ulaşmanın çeşitli yolları var, onursuzu seçmek de yürek işidir. Kafasına yükselmeyi koymuşsa etini de sunar, beynini de. Güçlük onurlu yürümekte.”

İşte bir ömrün 97 yılı geride bıraktıklarıyla değeri yücelen, onurlu duruşunu asla kaybetmeden yolundan sapmayan devrimci sosyalist edebiyat duayeni Vedat Türkali bu dünyadan geçti....

Mehmet Acettin

İsviçre'de Ölüm Orucu Direnişçileri'nin Katıldığı Gezi Düzenlendi


İsviçre'de kurulu bulunan İnsan Hakları ve Dayanışma Derneği - İsviçre ile dernek dostları 26-27-28 Ağustos 2016 tarihlerinde İsviçre'nin Locarno  kentinde ölüm orucu direnişçileri ile dayanışma gezisi gerçekleştirdi.

Geziye 2'si bebek, 3'ü çocuk 29 kişi katılırken bunların 10'u ölüm orucu direnişçisi idi.
Katılımcılar 27 Ağustos Cumartesi tam gün olmak üzere üç gün boyunca yolda, kamp alanında, gezilen yerlerde birlikte oldu.

Ascona, Locarno ve Lugano şehirlerini gezen ölüm orucu direnişçileri ve destekçiler bunun yanı sıra piknik yaptılar, göle girdiler, sohbet ettiler, halay çektiler, eğlendiler, dinlendiler.

Cumartesi akşamı yapılan toplantı ve aradaki sohbetlerde ölüm orucu direnişçisi arkadaşlar gezinin oldukça yararlı olduğunu, bir arada bulunmaktan çok mutlu olduklarını ve benzeri etkinliklerin tekrarlanması ve süreklilik kazanması gerektiğini ifade ettiler.

Sohbet sırasında ölüm orucu direnişçilerinin birlikte kalabileceği ve aynı zamanda üretime dönük faaliyetlerin gerçekleştirileceği bir mekan oluşturulması için proje yapılması gerektiği de dile getirildi.

Yurtdışı ortamlarda bohem bir yaşam anlayışının geliştiğini ifade eden ölüm orucu direnişçisi bir arkadaş egoistliği kırmak için birbirimize dönük yaşamamız gerektiğini belirterek gezide değişik siyasi gruplardan kişilerin olmasının önemli olduğunu sözlerine ekledi.

Bir başka ölüm orucu direnişçisi arkadaş dağınıklıktan yakınarak Türkiye'ye dönük olarak da çalışmalar yürütülmesinin önemine değindi.

Söz alan ölüm orucu direnişçilerinin hepsi bu çalışmanın genişletilmesi gerektiğini ifade ettiler.
Bazı katılımcılar ve dernek çalışanları ise seçilen yerin uzak olduğunu ve engelli arkadaşlar için zorluklar içerdiğini, organizasyonda kimi eksikler bulunduğunu vurguladılar.

Dernek üyeleri ve dostları ise eleştiri ve övgüleri dikkate alarak sonraki etkinlikleri daha iyi ve başarılı gerçekleştirmeye çalışacaklarını açıkladılar.

Üç günlük gezi kimi eksiklerine rağmen geleceğe dair umutlar ve mutlu anılar bırakarak sona erdi.