25 Ağustos 2016 Perşembe

Umudun Yeşereceği Toprak Dayanışma İle Sulanır


Bir yakınımız öldüğünde derin bir acı duyarız. Bir dostun gelip o an bize sarılması, dostun göğsünde ağlamak, acımızı sonlandırmasa bile epeyce hafifletir. O an, bir an için bile yok olan yaşama umudu yeniden yeşerir. Dayanışmayla umut yeşerir.

Elbette bazılarının bizim acımız varken ağlaması da inandırıcı gelmez, hatta rahatsızlık verir. Zaten biraz dürüstse her zaman düşman gördüğünü söyleyen biri, böyle bir anda ağlamaz da. Ama zerre kadar insani değeri varsa acılı insanların karşısında gülmez de. Bilal oğlandan bahsettiğimi herkes anlamıştır. Babası Antep katliamından bahsederken Bilal oğlan arkada gülüyor. İyimser düşünerek, Antep’teki katliama gülmediğini varsayalım. Başka bir şeye gülmüştür. Ama hem usul erkan bilmiyor, hem de acı karşısında hiçbir şey hissetmeyecek kadar yüreksiz. 

Tam Bilal oğlanı unutacakken başka bir haber okudum. Antep katliamında ağır yaralı olan 2 çocuk yaşama tutunamamış. Aileleri çocuklarını gömecekken, insan görünümlü, ancak insan yüreği ve beyni taşımayan birileri cenaze törenine bile saldırıyor. Düşmanlığın bile ahlaki sınırları olur. Bunlar sınır tanımamış. 

Bütün bu çürüme neden oluyor? İnsani yaşam umudu çürüyor. Çünkü bu topraklar dayanışma ile sulanamıyor. 9 aylık bebeğe tecavüz, cenazeye saldırı, ya da acı karşısında gülme aynı çürümenin unsurlarıdır. Dayanışmanın yokluğu, bu çürümeyi hiç saklanma gereği duyulmadan alenen yapılmasını sağlıyor.

Elbette ben sınıf devrimcisi olduğum için sınıf dayanışmasını öncelikli ihtiyaç olarak görüyorum. Ama insani bir dayanışmanın bile çok sınırlı olduğu koşullarda insani dayanışma bile aciliyet taşıyor. Burada anlatılanlar karşısında dayanışmayla sesimizi yükseltmek gerekiyor.

Ölüm orucunda attığımız temel slogan “içeride, dışarıda hücreleri parçala!” idi. Siyasal bir slogan. Ama tahliye olunca gördüm ki, insani bir ihtiyacı ifade eden bir sloganmış. Dayanışmayı ifade ediyor. İçeride hücre duvarları kalın betondan. Ama buna rağmen, yalnız aynı hapishanede değil, tüm hapishanelerde tutsakların yürek doldurucu bir dayanışması var. Ama dışarıda beton duvarlar neredeyse yok. Buna rağmen çok kalın duvarlar örmüş herkes kendine. Yaşamı hücreleşmiş. Hücreleşmiş yaşamlarda ayna da yok. Kimse kendinde giden insanı göremiyor. 

Çok karamsar bir tablo çizdim. Keşke abartı olsa. Acılara gülenebiliniyorsa, düşman bile görülse acılı ailelere saldırılıyorsa, 9 aylık bebeğe tecavüz edilirken bunu haber yapan muhabir linç ediliyorsa, yazık ki söylediklerim hiç abartı değil. 

Dışarıda hücreleri parçalamak yaşamsal öneme sahip. Dayanışmayla hücreler parçalanır. Dayanışmayla umut yeşerir. Zaten insan olmanın olmazsa olmaz bir gereği de dayanışma değil mi?


Muharrem Kurşun

24 Ağustos 2016 Çarşamba

WKEMDG Çukurova Grubu Adana'da Barış Nöbetine Katıldı



Adana İHD, yerel inisiyatifiyle, üç günlük Barış Nöbeti kararı alarak, DKÖ ile Barış ve Demokrasi dostlarına "dayanışma" çağrısında bulundu. 22-23-24 Ağustos'ta gerçekleşecek olan "Barış Nöbeti"ne, bizlerde WKEMDG-Çukurova Grubu olarak katılacağımızı bildirdik ve 23 Ağustos akşamı İHD'ye giderek barış nöbetinde yer aldık. 

Küçük iki konserin verildiği ve Türkçe, Kürtçe, Arapça parçaların söylendiği bu bölümde, topluca söylenen marşlar son noktayı koydu.  İHD yöneticileri, konser bölümünü facebooktan canlı olarak yayımladı. Daha sonraki  çaylı söyleşilerde,  geçmiş dönem ve güncel sürecin değerlendirildiği geceye katılım ortalama 50 kişiydi.  Saat 00.30'da misafirler kurumdan ayrıldı ve sabaha kadar nöbet tutacak arkadaşlar da kurumda kaldı. Devrimci dayanışma ve dostluğun esas olduğu bu etkinliğe, bizler dışında  üç gönüllü dostumuz da katıldı.

Ayrıca, Adana'da sosyal medya paylaşımları nedeniyle, MKM çevresinden ve yaşları 13 ile 15 arasında değişen 20 çocuk, polis tarafından gözaltına alınarak sorgulanmıştır.. Beş günlük gözaltı sonrasında, 16 Ağustos'ta Adana Adliyesi'ne getirilen bu çocuklardan on biri tutuklanmıştır. Adliye önünde toplanan çocukların aileleriyle ve MKM'li dostlarla dayanışmak için WKEMDG-Çukurova Grubu olarak bizler de Adliye önünde toplanan kalabalık grup içerisinde yer aldık.

Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi - Çukurova Grubu

12 Ağustos 2016 Cuma

“WKEMDG Geleneksel 6. Direnişçiler Yaz Kampı Güzelçamlı Kuşadası'nda Yapıldı”

WKEMDG Geleneksel 6. Direnişçiler Yaz Kampı; 25 Haziran-03 Temmuz 2016 tarihinde Kuşadası/Güzelçamlı-Özsoy Otel’de yapıldı. Her yıl Eylül'ün ilk haftası kamp yapılırken; şartlardan ve koşullardan kaynaklı Yaz mevsiminin başında, Haziran ayında yapmak zorunda kaldık. Kampa katılan direnişçi arkadaşlarımızın büyük bir kısmı yine İstanbul'dan katıldı. Çukurova Bölgesi ve Ege Bölgesi'nden de katılımlarla toplam 127 kişi kampa katıldı. 30 İl'de yaşayan Direnişçi arkadaşlarımızla birlikte; Eski mahpus, refakatçı, eş, çocuk ve gönüllerden oluşan bir katılım oldu. 
Bu katılım; 47 Direnişçi, 16 Eski Mahpus, 47 refakatçı, eş ve analardan oluştu. 17 çocuk katılımcı yer aldı. (20 gönüllü-direnişçi ve eski mahpus, vd. )
Geleneksel WK 6. Direnişçiler Yaz Kampı için Kuşadası'na; 24 Haziran akşamı başta İstanbul olmak üzere bulunduğumuz şehirlerden toplu olarak yola çıktık. 25 Haziran Sabah saatlerinde otelde olduk. Bazı arkadaşlarımız akşam geldi. Bazıları da gün içinde geldiler.


25 Haziran Birinci gün Cumartesi; Sabah kahvaltısıyla birlikte, değişik şehirlerden gelen arkadaşlarımızın buluşması; özlemle sıkı sıkı sarılmaları, hasret gidermeleri, keyifli sohbetleri... Bir yıl aradan sonra tekrar buluşmaları, ilk kez katılan arkadaşlarımızla tanışmaları, heyecanları; nasıl bu kampların özlemle beklendiğinin kanıtıydı... Kahvaltı ve keyifli sohbetlerin, hasret gidermelerin eşliğinde; 2 saatlik bir zaman diliminde odalarımıza yerleşerek yol yorgunluğunu gidermeye çalıştık. Bu heyecan gün boyu, öğle, akşam yemeğinde, çay sohbetlerinde, havuz başı ve deniz keyfiyle, kır yürüyüşlerinde; kamp boyunca hep devam etti. Erken gidenler oldu, geç gelenler oldu ama bu heyecan ve hasret gidermeler hep kamp boyunca devam etti.

26 Haziran İkinci gün Pazar; Havuz başı, deniz keyfi, çay ve yemek sohbetleriyle devam eden günün akşamında;  Önce kampa katılan arkadaşlarımıza ve ziyaretçilerimize çalışmalarımız anlatan "Yeni Bir Adım Daha Atıyoruz" Slayt gösterimi yaptık... Sohbetlerle gece devam etti.


Pazar akşamı daha sonra; Rıfat Hımız arkadaşımızın -mini konseri-müziği eşliğinde birlikte söyleyip eğlendik. Çukurova-(Adana)dan gelen ve Adana'da yapılan WK. Direnişçilerle Dayanışma konserine müziğiyle katkı veren Rıfat Hımız arkadaşımız, 2 günlüğüne de olsa kampa gelip müzik ziyafeti verdi. Müzik eşliğinde güzel bir gece geçirdik. Hep birlikte coştuk, hep beraber eğlendik.

Pazar akşamı daha sonra Şiir Dinletisi; Adil Okay ve Tülin Şahin Okay arkadaşlarımızın birlikte sunduğu şiir dinletisi etkinliği yaptık...ve gece müzik dinletisi ile devam etti. Direnişçi arkadaşlarımızdan; Mürüvvet Çakırerk, Hamit Vayiç, Nihat Göktaş, Alişan Yılmaz ayrıca Gülmez ana ve hasta mahpus Erol Zavar'ın kızı Özgecan Zavar türkü ve şiirleriyle katılarak etkinliğe ayrı bir renk kattılar, hep birlikte güzel bir gece geçirdik.


27 Haziran Üçüncü gün Pazartesi; Sabah kahvaltısıyla birlikte; Kuşadası Belediyesi'nin verdiği araç ve 5 özel araçlarımızla Kuşadası'nda; Görülmüş ekibi ile Red fotoğraf grubunun organize ettiği  "İçeriden Dışarı, Dışarıdan İçeriye Fotoğraf Köprüsü" sergisini görmeye gidiyoruz. Bu sergi 25 hapishaneden; 55 tutsak ile 55 fotoğrafçının buluşmasıyla gerçekleşmiştir. Sergiyi gezdikten sonra; Selçuk-Şirince'ye-Nesin Vakfı Matematik Köyü'ne gidiyoruz. Önceden hazırladığımız sandeviçlerimizi burada yedikten sonra; Matematik Köyü'nde bir arkadaşımız, köyün çalışmaları ve kuruluş amacını özetleyerek anlattı. Kısa bir gezinti ve kütüphane ziyaretinden sonra otelimize geri döndük.


28 Haziran Dördüncü gün Salı; Metin arkadaşımızın katkısıyla tekne turuna katıldık. 4 güzel koyun Mavi, Turkuaz Mavisi sularında yüzüyoruz. Öğlen yemeğimizi tekne de yiyoruz. Tekne'de de türkülerimizle, halaylarımızla, danslarımızla eğlendiğimiz ve coşkulu geçen güzel bir günün ardından Otel'e döndük.

Salı akşamı Slayt gösterimi; Kampa bizi ziyarete gelen dostlarımıza, yoldaşlarımıza çalışmaları anlatan "Yeni Bir Adım Daha Atıyoruz" slayt gösterimini yaptık. Ardından broşürlerimizi dağıtık, sohbetler ettik.


29 Haziran Beşinci gün Çarşamba;  Çocuklar için "Taş Boyama ve Heykel Atölyesi" çalışmasını Tülin Şahin Okay arkadaşımız yaptı. Bu çalışmaya gönüllü arkadaşlarımızda destek verdiler. Çocukların keyifle yaptığı bu çalışma sonrasında "Taş Boyama ve Heykel Atölyesi Sergisi" yapıldı ve ziyarete açıldı. Geliri Dayanışma Ağı çalışmalarına bağışlandı.


Çarşamba akşamı; Yönetmenliğini Metin Avdaç'ın yaptığı, Sabahattin Ali'nin "Sabah Yıldızı" Film/belgeselini Aydın-Kuşadası-Güzelçamlı ve diğer ilçelerden gelen dostlarımızla birlikte izledik. Bu Belgeseli 100'ün üzerinde katılımcı izledi. Belgeseli hazırlayan Metin Avdaç arkadaşımız, sunumu sonrasında sorusu olan arkadaşlarımızın sorularını cevaplandırdı.


30 Haziran Altıncı gün Perşembe; Öğle yemeğinden sonra Milli Park'a gittik. Koyda denize girdik... meyve ve içeceklerimizi tükettik. Gün boyu Milli Park'ta kaldıktan sonra, Zeus Mağarası'na uğrayıp; soğuk suyun içinde yüzenler vücutta dinginlik ve rahatlık hissettiler! sonra otelimize döndük. Doğa ve denizin bir arada olduğu Milli Park'tan ve denizinden oldukça memnun kalındı, keyif alındı, güzel bir gün yaşandı. Memnun kalan arkadaşlarımız tekrar gelmeyi önerdiler.


Perşembe akşam müzik dinletisi; Muzaffer Öztürk arkadaşımız bize müzik dinletisi verdi. Zaman zaman türküleri beraber söyleyip eğlendik. Direnişçi ve eski mahpus arkadaşlarımız da güzel sesleriyle bu etkinliğe ayrı bir neşe kattılar. Coşkulu ve güzel geçen bir günün bir gecesi de böyle geçti.

1 Temmuz Yedinci gün Cuma; İmza günü; Veda gecesi öncesi; Direnişçi Süleyman Ateş arkadaşımız yeni çıkardığı kitabı için imza günü yaptık. Kitap alan arkadaşımızın kitabını imzaladı. Gelirini de Dayanışma Ağı çalışmalarına bağışladı.


Cuma akşamı Veda Gecesi; Gelenekselleşmiş Direnişçiler Yaz Kampı'nın "vaz geçilmezi-Veda gecesi " etkinliğimizde; İstanbul'dan dostlarımızın verdiği içecekler ile Çukurova'dan arkadaşlarımızın getirdiği kuru yemişler, şalgam suyu... Otel'den tedarik ettiğimiz diğer içecekler ve Otel'de arkadaşların hazırladığı mezeler eşliğinde sürdü gecemiz. Direnişçiler Korusu yine her yıl olduğu gibi bu yıl da, güzel bir müzik dinletisi verdi. Güzel şarkılarıyla programı izleyenlere duygu ve coşku yüklü anlar yaşattılar. Çocuklarımız da geceye kısa müzik dinletisi ve skeçleriyle katkı sundular. Okunan şiirler, türküler ve çekilen halaylar ile veda gecesi böylece son buldu.  

2 Temmuz 8. Gün Cumartesi; son gün yine çaylı, yemekli, havuz başı, deniz keyfi, doğa yürüyüşleri ve sohbetleriyle devam etti.

Cumartesi akşamı Kamp değerlendirme toplantısı; Her yıl olduğu gibi, kampın sonunda değerlendirme toplantısı yaptık. Genel düşünceler ve beklentiler dile getirildi. Genel olarak beğeninin dışında, dışarıdan destek sunan dostlarımız, "böylesi kamp ve etkinlikler düzenlenmesi öncesinde yerellerin bilgilendirilmesi" vurgusu yaptılar.  


3 Temmuz 9. Gün; Ve "eve dönüş"; Güzel bir kampın daha sonuna geldik. Sabah kahvaltısıyla birlikte ayrılıklar için vedalaşmalar başlıyor. Bu kez heyecanın yerini hüzün alıyor... Dostluklar, arkadaşlıklar ve mutlu gülüşler ayrılmayı çok zorlaştırdı. Her kes ayrılıp otobüs yolculuğu ile dönerken bile; arkada yaşanmış bir mutlu tabloyu içinde, yeniden buluşma dileğiyle burukça hissetti. 
* Sekiz kişiden oluşan “kamp yeri komitesi” kuruldu ve toplantı yaparak görev bölüşümü, planlama gerçekleştirdi. Mali komisyon, karşılama komisyonu, sağlık komisyonu oluşturuldu. Bu komisyonların dışında gönüllü herkes elinden gelen her şey için özverili davrandı. Komisyonların işleyişini bozmayan biçimde yardım, destek ve dayanışma, paylaşım gösterdi. Sanki her katılımcı gönüllü görevli gibi davrandı. Kolektif tarz ve dayanışmacı anlayış hâkim kılındı. 
* Son olarak söylemek gerekirse; her kampın bir hikâyesi var demiştim ya! Aynen bu kampın hikâyesi de hep hafızalarımızda olumlu-pozitif enerji ile anılacaktır. Kampta kahvaltı ile başlayan günlük hikâye, deniz-doğa ve dostluk yürüyüşleriyle devam etti. Öğle ve akşam yemeği öncelik direnişçiler, sonrası hep birlikte... neşeli zamanlar oldu, çay sınırsız hizmet kolektif. Çay sohbetleri, kahve falları, tavla ve satranç oyuncuları iddialı... 


* Kamp sürecinde; Aydın Eğitim-Sen'in basın açıklamasına ve Kuşadası Alevi Dernekleri'nin bir paneli'ne de temsil düzeyinde katıldık
* Kuşadası dostlarımızın, yoldaşlarımızın bizim için ayarladıkları otobüse binip İstanbul'a yola çıkıyoruz. Çukurova ve diğer bölgelerden gelen arkadaşlarımızda gitmek üzere yola koyuluyorlar...


* Kamp boyunca akşamları; Aydın, Kuşadası, Güzel Çamlı, ve diğer il ve ilçelerden; Parti, sendika, odalardan ve derneklerden dostlarımız, yoldaşlarımız bizi ziyarete geldiler. Sohbetler, ziyafetler den sonra maddi ve manevi katkılar sundular,  iyi dileklerde bulundular... Bizde çalışmalarımız hakkında bilgilendirme yaptık. Slayt gösterimi yaptık ve broşürlerimizden verdik.
Mobil ödeme sistemi için forum doldurdular, katkı sundular. Kampın maddi ve manevi yükünü de üstlenmiş oldular. Bizi, Güzelçamlı’da yalnız bırakmadılar. Araç ayarlayıp İstanbul'a gönderdiler. Güzel bir dayanışma örneği gösterdiler. Özellikle bu kampın maddi yükünü dostlarımız sayesinde hallettik diyebiliriz. Kendilerine grup adına sonsuz teşekkür ederiz.

Wernicke Korsakofflular Ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi

11 Ağustos 2016 Perşembe

Refik Ünal: 19 Aralık’ta cezaevlerinde yapılanlarla bugün Cizre’de yapılanlar arasında bir fark yok [Umut Gazetesi]


Bu haftaki söyleşimizi, 96 Ölüm Orucu-Süresiz Açlık Grevi direnişçisi ve Wernicke Korsakoff ve Eski Mahpuslar Dayanışma Ağı üyesi Refik Ünal ile gerçekleştirdik. 96 Ölüm Orucu direnişinin 20. Yılı vesilesiyle gerçekleştirdiğimiz söyleşide “ölüm oruçları-açlık grevleri” ve “cezaevleri” konularını konuştuk. Sorularımızı yanıtlayan Ünal, "96’nın ve 2000’nin bedelleri çok ağır olmuştur, yapılar kendisini toparlayamamıştır ancak teslim olmak daha ağır yıkımlar getirecekti," dedi.

1) Nasıl ölüm orucu direnişçisi oldunuz? Yaşadığınız o süreçte cezaevinde yoldaşlık ortamı nasıldı?  Ölüm orucu direnişine nasıl karar verdiniz? Bu süreci bize aktarabilir misiniz?

96 Mayıs-Temmuz cezaevleri direnişinde Refik Ünal’da süresiz açlık grevi direnişçisi olarak yer aldı. Niye ölüm orucu değil? Ölüm orucu çok daha büyük bir kararlılık, yüksek bir kararlılık gerektirir. Ama süresiz açlık grevi içerisinde ölümü göze alabilirsin, ölebilirsin. Eğer amaç buysa, karşı devrim saldırılarına meydan okumaksa ölüm göze alınır.

Yoldaşlık ortamını şöyle anlatayım: Sağmalcılar Hapishanesi’nde değil de örneğin Ümraniye Hapishanesi’nde olmuş olsaydım yüksek olasılıkla şu anda yaşamıyor olurdum. Ümraniye Hapishanesi’nde olan ve orada süresiz açlık grevinde olan Osman Akgün -son mektubunu zaten bana yazmıştı- örneğin hayatta kalamadı. Niye hem Sağmalcılar Hapishanesi’nde çok daha deneyimli varlıklar-kişiler- vardı, beni hayatta tutmak için çok çaba sarf ettiler. Örneğin su alamadığı zaman Refik, aynı örgütten olmadığımız bir varlık; “bedenine sürekli ıslak bez koyun, bedeni derisinden alsın suyu” dedi. Çünkü Refik, su içemiyordu, su içtiği zaman kusuyordu vs. Neredeyse 24 saat bedeninin çok değişik yerlerinde ıslak bezler tutuldu, suyu bu şekilde almış oldu. Ama Osman Akgün’ün böyle bir şansı ve olanağı olmadığı için hayatta kalamadı.

Belki uzun sürer sadece bunu şunun için söylüyor B1 al diye. Sağmalcılar’ı diğerlerinde farklı gösteren şey Çapa’nın nöroloji servisi, oraya biz daha hiç gitmeden kontrole başladı. Ve ısrarla bize B1 almamızı, B1’in hayat uzatıcı bir fonksiyonu olmadığını, B1 almamızı önerdiler. Ama medyada öyle bir kampanya yürüttüler ki; o zamanlar adalet bakanı Şevket Kazan, “yiyorlar” benzeri şeyler söyledi. Bir vitamin aldığınız zaman nasıl bir şey olur? Vitaminin hayat uzatıcı bir şeyi olmadığı için Refik’in hala nörolojik sorunları var eğer vitamin alsaydı bunlar olmayacaktı. Ama alamıyorsan ya da almıyorsan zaten karşı taraf başka bir slogan üretiyor. Söylenen her sözün bir arkası var. Sakladığı bir şey var ya da bir şeyleri örtüyor o yüzden B1 almıyorsun ama yine çok uzakta şimdi Refik, eğer hayatta kalmışsa ve bu hale gelmişse Çapa nöroloji servisindeki emekçilerin etkisidir.

Yoksa 2001-2002’de kardeşim, yoldaşım Ömer Ünal’a B1 serumu verdiler. Ömer şimdi yürüyemiyor. Epey zayıf, yeni kayıt yapamıyor beraber yaşıyoruz şu anda. Yeğenim Edirne hücrelerinde. Edirne devlet hastanesine de B1 vitaminini sokamadım. İHD’den belge de verdiler götürüp ver diye. Ama ilaçları ya da B1’leri hastaneye sokamadık Çapa nöroloji oysa 96’da birçok yere bilgisini vermişti. O yüzden Çapa nöroloji servisindeki emekçilere ayrıca bir teşekkür ve ömür borcu yüklü yani. Hayatta kalmışsa başka örgütten birisi bedenine sürekli ıslak bez koyun, suyu oradan alsın demiş, sadece çapa nöroloji servisi değil, Yedikule hastanesinde birisi de hala buraya gidip geliyor. O da başka bir yapıyla gönül bağı olan birisi hepsi bir şekilde el birliği yaptıkları için hayatta kalabildik eğer şuan yaşayabiliyorsam kolektif bir katkı sonucunda bunları neden söylüyor Refik. İHD çok direnişçi gibi şeyler söylemiş. İşte direniş yetmiyor Kolektif bir katkı olmasa. Ölüm orucu değil üstüne üstlük açlık grevi, gidebilen herkes gitmeli kolektif bir şeyle gitmeli bunu süreçte önermiştik, ben istemedim yine de işte benzeri kolektif bir çaba olmasa ben şu anda hayatta olmazdım. Gülizar Tuncel’in bürosunda o kadar zaman Refik kaldı yaşadı. İHD de benzeri katılar buldu. Böyle benzeri bir kolektif çabayla Refik hayatta kaldı.

2- 96 ölüm orucu direnişi üzerinden 20 yıl geçti bu ölüm orucu direnişinde onlarca kişi yaşamını yitirdi bunların arasında örgütlerin öncü kadroları da vardı. Bu kadroların daha sonraki mücadeleye nasıl bir etkisi oldu?

Şimdi burada Refik şunu çok açık seçik bir biçimde savunur. Hapishanedekiler teslim olmalılar ya da son ana kadar birebir savaşı sürdürmeliler. Savaşımı sürdürmek esastır çünkü bir ideal uğruna yola çıkıyorsun ve sadece yaşamı sürdüreyim diye ondan vazgeçemezsin. Refik’de düşünüyor, örgütlerin öncü önder kadrolarının hapishanelerde açlık grevi operasyonlarında katledildiğini. Evet onları korumalıydık. Öncü, önder kadroları korumanın daha başka yolları olabilmeli örneğin kitleyle bağları çok zengin olmalı, kitleler içerisinde yeni kadro devşirecek çalışmaları olmalı. Kitle bağları, kitle çalışması çok güçlü örgütler değiliz. Zaten karşı devrimin hemen hemen bütün saldırılarını örgütler kendi gövdeleriyle karşılar. Bu bir avantaj olduğu kadar bir dezavantajdır aslında.  Çünkü zaten var olan kadrolarını çok hızlı bir şekilde kaybediyorsun ve sonra yeni insanlar neyi referans alacak, nasıl referans alacak? En azından Türkiye devrim hareketinin birçok yapısı geleceğe, 10 yıl-20 yıl sonraya hangi koşulla olursa olsun teslim olmamayı gösterdi diye düşünmek gerek.

Refik’e bugün diyorlar yaşın şu oldu, bu oldu hala şunun yok, bunun yok niye bu şeyden vazgeçmiyorsun? Bir taraftan Türkiye devrim hareketi öyle zengin deneyimler ortada bıraktı ki bırakamazsın. Kadrolarımızı harcamayalım diyerek geri çekilemezsin. Ama stratejik şeyini başka yerlerde aramak lazım. Kitle bağlarımız neden gelişmiyor işte orada da çok zengin açılımlar olması gerek yoksa yapacak çok da bir şey yok. Kitle ilişkileriyle geliştirebildiğimiz kadrolardı ama onları da geri çekemezsin o yüzden hem 96’yı hem 2000’i Refik kendi adına savunur. Yani bedelleri çok ağır olmuştur, yapılar kendisini toparlayamamıştır. Ama teslim olmak daha ağır yıkımlar getirecekti.

3- Bu soracağım soru ilk iki soruyla da ilişkili ama konunun anlaşılması için biraz daha derinleştirmek için soruyorum. Bugünde ölüm orucu direnişi bitmiş bir mesele değil. Türkiye tarihinde 82, 84, 96, 2000 ve en son PKK’li tutsakların 2012’de bir ölüm orucu direnişi oldu. Hem biraz bu direnişin tarihini hem de bu direniş şekline bakış açınızı bize aktarmanızı istiyoruz?

Bu soruya daha geniş bir açıdan bakarak, sorulara hazırlanmak ve cevaplamak daha doğru olurdu. Örneğin 96’da karşılaştığımız ölüm oruçları, “İslam’la ilişkili mi?”, “Ortadoğu’yla ilişkili mi?” vs. gibi tartışmalar oldu. Bu bir direniş biçimi ve bunun tarihsel kökeni, dinle ilişkili olabilir, daha başka birçok sebebi olabilir.

1910’larda Britanya’da feminist kadınlar ölüm orucu direnişi yapıyorlar. Ne için yapıyorlar?  Oy hakkı için yapıyorlar. İngiliz hükümetine, devlet zorla birçok direnişçi kadını katlediyor. Bir hortumu midelerine ya da ağızlarından yutaklarına indirip zorla öyle besliyorlar. İspanya’da ETA’nın benzer direnişleri var. İrlanda’da ise bu bir gelenek oluyor. Nasıl bir gelenek? Lordun ya da orada ki ağanın vermediği hakkını almak için oradaki serfler ya da köylüler evinin önünde açlık grevi ve ölüm orucu yapıyorlar. 2010’da ya da 2011’de İran’da uzun süreli bir ölüm orucu oldu.

Ölüm orucu pasif bir direniş biçimi olabilir ancak nasıl pasif bir direniş biçimi ki sen kendini her an hücre hücre ölüme götürüyorsun ve karşı tarafa ne yaparsan yap senin yaptığını kabul etmem diyorsun. Zaten Refik’in içinde olduğu hareket o zaman hapishane sürecinde de açlık grevini bir şekilde kurumsallaştırmaya çalışan bir hareketti. Örneğin; gözaltında işkenceye uğradığımızda açlık grevi yapıyorduk. 96’da gözaltına alındığımızda su vermiyorlardı. Açlık grevindeyim metnini imzala diyorlar, imzalamıyorsun zaten adını söylemiyorsun adını bile kabul etmiyorsun. Adına dair olan hiç bir şeyi imzalamıyorsun, açlık grevinde olduğuna dair de bir şey imzalamayınca su da vermiyorlardı. Gözaltında 12-13 gün açlık grevi yapıldı. O süreçte de mesela su da alınmadan bu açlık grevi yapıldı. Sözü yine kendimize getirdik ama bunları açlık grevi yada ölüm orucunun ne olduğu iyice anlaşılsın diye söylüyorum.

Açlık grevi bir taraftan pasif bir direniş ama bir taraftan sen kendi yaşamını ortaya koyuyorsun ve hücre hücre direnişi örgütlüyorsun. Bu direniş tarzı pasif gibi gözükse de feministlerin yaptığı gibi kadınlara oy hakkı direnişi aslında çok önemli. Hapishanede bile olsan toplumsal yaşam koşulları iyileşsin diye, toplumsal zenginlik gelişsin diye açlık grevi, ölüm orucu yapabilirsin. Direnme hakkını konuşuyoruz ama devrim yapma hakkı da olabilir. Devrim yapma hakkı, hem işçi sınıfı hem halkların hakkıdır. Ve ben bu hakkım için de açlık grevini sürdürürüm.

4- Osmanlı Devleti’nde zindana atma geleneği var. İnsanların aklında Osmanlı’da bu şekilde bir korku oluşturmak istiyorlar. Cumhuriyet bu zindan geleneğinin devralıyor. En somut örneği hücreler. Sizce egemenler neden cezaevlerini bir vahşet aracına dönüştürmek istiyorlar?

Yine geniş bir tarihsel bakış açısıyla cevaplanabilecek bir soru. Refik’in algısına göre de kendince aktarmaya cevaplamaya çalıştığı yaklaşıma göre 95’te hücre içi cezaevi, hücre tipi yaşam diye bir şey üretmiştiler. Hapishaneler bunun bir aracı niye? 2001’de dönemin başbakanı Bülent Ecevit bir şey söylemişti: “Hapishaneler sorununu çözmeden, İMF programını uygulayamayız”. Aslında durum çok açık; bir sorunu çözmeden İMF programını uygulayamayız diyor. Toplumun üzerine öyle bir şey geçiriliyor ki; buna deli gömleği diyeceğim ama o çok hafif kalır. Hepimiz, hapishanelerden yola çıkarak o formasyona giriyoruz. Çünkü hapishaneler bir şekilde toplumda toplumsal direniş odağı olarak görülüyor. Refik iyi hatırlıyor, mesela 2000’de ve 2001’de hapishanelerde açlık grevi ölüm orucu sürerken Kayseri’de bir fabrikanın işçileri de açlık grevine başladılar. Ödenmeyen maaşları hakları için aslında daha başka bir direniş biçimine girdiler. Yakın zamanda da yine Zonguldak’ta bir maden ocağında açlık grevi yapıldı.

Açlık grevi veya ölüm orucu herkes için bir direniş biçimi ama neden hapishaneler sorununda daha çok karşımıza çıkıyor? Eğer hapishaneler teslim olursa toplumun direniş odağı öncül direniş odağı kırılmış olur. Toplum çok daha hızlı enformasyona uğrar ve toplum artık bunun yolu yöntemi yok diyerek teslim olmayı farkında olmadan kabul etmiş olur.

Sadece Türkiye’de de değil dünyanın çeşitli ülkelerinde benzeri şeyler yaşanıyor. Mesela Brezilya’da 1992’de Carandiru hapishanesinde yaşandı. Brezilya’da, devlet o zaman siyasi tutsaklarla birlikte adli tutsakları da katlediyor. Brezilya’da, 2016 Olimpiyatları yoksul bir mahallenin olduğu yerde yapılacak. Mahallenin adı Angel mahallesi, Türkçe anlamı Melek mahallesi. İnsanlar boşaltmıyor mahalleyi yoksulların yaşadığı bir bölge orası. Brezilya devleti ne yaptı? Aynı Carandiru Hapishanesi’nde yaptığı gibi oraya girdi. Gaz bombası benzeri bir şeyle değil gerçek kurşunlarla insanları katletti çıktı. Ve şimdi oraya olimpiyat köyü kurdu. Şimdi oraya herkes gidecek ve orada olimpiyatlar yapılacak. Yani Carandiru’da uygulanan yöntemler ile Angel mahallesinde uygulanan yöntemler arasında bir fark yok.

Türkiye’de de 19 Aralık’ta kullanılan kimyasallarla bugün Cizre’de kullanılan kimyasallar arasında bir fark yok. Ateş yok ama yanıyorsun… Biliyorsunuz, Şebnem Korur Fincancı tutuklandı. Gidip, Cizre’de insanların kimyasallar ile yakılarak, katledildiğini belgelediler. Aslında bu katliamı belgelediği için tutukladılar. Hapishanelerle ya da zindanlarla toplumsal yaşam arasında görünürden çok daha yakın bir ilişki var.

Refik kendisine de çarpan şeyleri böyle görüyor. Bu sorun sadece Türkiye ya da Osmanlı Devleti’yle ilişkili değil. Tüm dünyada yaşanan bir sorun.

5- Önceki sorulara cevap verirken siz de biraz anlattınız bu direnişlerin sonucunda kazanımlar olsa da cezaevlerinde ve farklı alanlarda olan direnişleri bastırmak için devlet katliamlar yapmış. Her şeye rağmen mücadele her dönemde bir şekilde devam etmiş. Mücadeleyi ayakta tutan ve bu mücadele ruhunu besleyen şey sizce nedir? 

Refik 90-91’de söylemişti. Güç veren ütopyamızdır. Kolektif bir ütopya oluşturabilmek insanı diri tutar. Ama bu kolektif ütopyayı nasıl oluşturabilmek? Büyük insanlığın bir ferdi olarak devrim sosyalizm idealini hep canlı tutacak bir şey. Bir devrimci, bir komünist, bir Marksist neredeyse aslında devrim oradadır.

Refik’i zaten bir şekilde hayatta tutan, ayakta tutan şeyi iradedir. Bu iradeyi Refik üretmiyor. Marx’tan, Engels'ten öğrendiği yaklaşımlar yada Türkiye’de Mehmet Fatih Öktülmüş’den öğrendikleri Refik’in iradesini oluşturuyor. Ama artık Mehmet Fatih Öktülmüş’ün yaklaşımlarından daha farklı yaklaşımlara ihtiyaç var. Aslında Refik’in sıkıntısı da bu. Bahsettiğim kolektif ütopyayı üretmek ve devrim ütopyasını-komünizm ütopyasını bir şekilde proletaryanın ve halkların algılayabileceği biçime getirmek, Refik’i ayakta tutan bir şey.

Ama çağımız devrimler çağı ve kapitalist üretim biçimi 3. büyük depresyonunda şimdi. Bugün kapitalizmin 3. büyük bunalımı var diyoruz.  Bu bunalımda kapitalizmi alaşağı etme düşüncesi ve ideali Refik’i ayakta tutuyor. 

6- Wernicke Korsakoff ve Eski Mapuslar Dayanışma Girişimi üyesisiniz. Bu dayanışma girişiminde ne gibi çalışmalarınız oluyor ve hedefleriniz nelerdir? 

Bu soru için teşekkürler. Wernicke Korsakoff ve Eski Mahpuslar Dayanışma Girişimi, 2004 yılında kurulurken ilk on kişilik yapılan toplantıda Refik vardı. Zaten Refik’in bir şekilde çalıştığı, yaşadığı hukuk bürosu eksenli olarak bu oluşum ortaya çıktı.

Hapishaneler sorunu, karşı devrimcilerin bu azgın saldırıları sürdükçe devam edecek. O yüzden bu sorun için daha kurumsal bir oluşum gerekli düşüncesiyle dayanışma ağı ortaya çıktı.

Dayanışma ağında, Wernicke Korsakoff sendromuna yakalanmış kişilerle daha özel çalışmalar yapılıyor. Wernicke Korsakoff ve Eski Mahpuslar Dayanışma Ağı girişiminin çok daha zengin olanakları olmuş olsa; bugün sadece WKS’lerle ilgilenmenin dışında eski mahpusların, iş bulma, kalacak yer bulma gibi sorunlarına çözüm bulmak gibi amaçları da var. Dayanışma ağının imkanı olsa bütün adli tutsaklarla ilgilenmek gibi bir hedefi var. Bunların hepsi işte bir taraftan çok büyük iş ve enerji gerektiriyor. Tüm bunların altından çıkılamıyor. Bu yüzden sadece şu anda siyasi tutsaklarla ve onların da WKS olanlarıyla ya da ölüm orucu direnişçisi veya açlık grevi direnişçisi olanlarla iletişim kurulabiliyor. Onların bile hepsiyle ilişki kurmak çok zaman alıyor. Hem o insanlarla o ilişkiyi kuracak kadro sorunu ortaya çıkıyor hem ilişki kurduğumuzda o insanlarla ne yapabiliriz sorunu ortaya çıkıyor. Bu sorunların hepsi çok geniş bakış açısı ve çok büyük bir zaman gerektiriyor.

Refik, çalışmalara çok doğrudan katılamıyor enerjisi ve gücü yetmediği için. Son olarak çalışmalara çok fazla katılamadığım için bu söylediğim şeyler Refik’in dışarıdan gözlemleri diye belirteyim.

Röportaj içinde bazı bölümler redakte edilmiştir, aslına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz...

9 Ağustos 2016 Salı

WKEMDG - Çukurova Grubu Adana'da Yaz Pikniğinde Buluştu




Hafta başı Mevlütler de sohbet ederken örgütlediğimiz  pikniğimiz, Antep ve Düziçi'nden gelen arkadaşlarımızın ve Adana'daki arkadaşlarımızın katılımı ile gerçekleştirildi. Öğle üzeri, Eski Baraj piknik alanında toplanıldı.  Bazı gönüllü dostlarımız da ilerleyen saatlerde  aramıza katıldı. Muharrem kardeşimizin işi olması nedeniyle katılmadığı piknik, oldukça güzeldi. 

Maddi alt yapısını ortaklaşa karşıladığımız bu günde, mangalların başında  Fatih ve Mehmet abi vardı.  Onların pişirdiği tavuklar,  kadın arkadaşların yaptığı salatalar eşliğinde yendi ve şalgam da temel içeceğimizdi. Közde demlenen  çaylarımızı yudumlarken,  "Yaz Kampı'nın değerlendirmesi, gelecek Yaz Kampı'nın Kızkalesi'nde yapılmasının önerilmesi,  darbe ve gelecek süreç" temel konuşma konularıydı.  

Daha sonra, 10 Ekim Ankara Şehitlerinden,  Dilan Sarıkaya'nın annesi ve babası da misafir olarak aramıza katıldılar ve güzel bir söyleşi ortamı yakalandı. Arayı uzatmadan bir araya gelmek, ev ziyaretleri ve açık alan söyleşilerinde bulunmak temennisiyle, pikniğimizi bitirdik. 

Coşkulu, güzel söyleşili,  bol kahkahalı ve içtenliğin başat olduğu başka pikniklerde birlikte olmak dileğiyle, evlerimize dönerken mutluyduk. ..

Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi - Çukurova Grubu