30 Eylül 2010 Perşembe

BİR TATİL KAMPI HİKAYESİ… ÖRENDEYİZ


Kamp boyunca misafir edildiğimiz tesis çok güzeldi. Orada bulunduğumuz altı gün güzeldi. Orada bulunduğumuz altı gün boyunca gönlümüzce eğlendik. 20 kişilik bir gruptuk. Grupta İstanbul, Ankara ve İzmir’den gelen arkadaşlar vardı. Ben İzmir’den gelen grup içindeydim. Gelirken belli bir tedirginlik yaşadım. Çünkü dokuz yıl sonra ilk kez aynı süreci yaşamış insanlarla karşılaşacaktım. Ama kampta tedirginliğim kalktı. Çünkü bizi orada içten, dost gülüşlü arkadaşlar bekliyordu. Kısa sürede tanışıp kaynaştık. İçeriden ve dışarıdan eskiden tanıdığım arkadaşlarda vardı.  Kampı düzenleyen arkadaşlar bizi ikişer kişi odalarımıza yerleştirdi.
       Yaşadığımız altı gün boyunca kahvaltımızı, öğle yemeğimizi, akşam yemeğimizi birlikte yedik, çayımızı birlikte içtik. Bu birliktelikte güzel olan sohbetlerimizdi. Psikolog arkadaşımız ve durumu iyi olan arkadaşlar herkesle ilgilenmeye çalıştılar. Rahat olmamız  açısından bir akşam içki içtik, beraber türküler, şarkılar söyledik.
      Yürümede sorun yaşayanlara, yemeğini alamayanlara durumu durumu iyi olan arkadaşlar her konuda yardımcı oldular. Onların dışında tesisin çalışanları da sürekli bize yardımcı olmaya çalıştılar. Bunu içtenlikle yaptılar
      Yürümemizin gelişmesi için hep beraber veya gruplar olarak bastonlarımızı atıp çimlerde kumsalda yürüyüşler düzenledik. Bu hem eğlenceli oldu, hem de yürüme konusunda kendimize daha fazla güven duymamızı sağladı.
       Kahvaltı sonrası ve öğleden sonraları birlikte denize girdik. Yüzemeyen arkadaşlar için 
Simit olmayacağından şamreller alındı. Kim ne der kaygısı olmadan şamrellerimizle kolluklarımızla denize girdik. Güneşlendik, kitap gazete okuduk sahilde.
       Burhaniye belediye başkanıyla görüşüldü, bize araba hazırlandı. Bir gün öğleden sonra arkeolog rehberimizle (Burhaniye’den bir dost)  iki tane köyü gezdik. Gezi esnasında güzel manzara eşliğinde rehberimiz bize Truva savaşını yöredeki eski uygarlıkları, mitolojik öykülerle bezeyerek anlattı. Kazdağları hemen yanıbaşımızdaydı.
      Yine bir akşam hep birlikte film izledik. Bunun dışında iki kez toplantı yapıp sürecimizi, duygu ve düşüncelerimizi paylaştık. Arkadaşlar hep herkesi ortak yaptığımız şeylere katmaya çalıştılar. Rahatsızlığı olanlar gidip dinlenebiliyordu.
     Unuttuklarım olabilir, hatırladığım bunlardı. Bunları yaşamak çok güzeldi. Ama asıl güzel kılan ortak acıları., sıkıntıları yaşamış  insanlar olarak ve örgütlü yaşamımızda farklı siyasetlerden olan insanlar  olarak dostluğu dayanışmayı, sahiplenmeyi yaşamamızdı. Hiçbir ayrım olmadan tüm insanlar arasında bunu yaşadık, bu bizim için çok değerliydi.
14     Eylül 10 Salı
Şükriye Can..





BİR TATİL KAMPI HİKAYESİ…
          “Sen korsokofların gecelerine toplantılarına neden katılmıyorsun?” Ne demeliyimki! Bilmiyorumki geceleri toplantılarımı oluyor? Evet buradada toplantı yaptılar geceleri için 50 bilet sattım. Genç bir kız ilgileniyor…Korsokof değil mi?  doğru telefuz ediyor muyum?… Evet diyorum ve uzatmıyorum. Kimseyle karşılaşmak görmek istemiyorum diyemiyorum.
          Zaman akıp geçiyor yolum Ankara düşerde Başak ‘ı göremeden olur mu? Ulaşıyorum ona ve “ Yüksel caddesinde anıtın önünde buluşmak için sözleşiyoruz, geliyorum ama anıt yok tadilat nedeniyle korumaya alındığını sonradan öğreniyorum. Orada bekleyen bir hanım ve beye anıtı soruyorum. Sorum şaşkınlıkla cevaplanıyor evet onlar Başak ve arkadaşı. Bir kafeye çıkıyoruz ve sayımız çoğalıyor… Aaaa sesleri sevinçler ve heyecanlar…
       Fatime’de bu şaşkınlar arasında ama toplantısı olduğu için ayrılıyor… Bekle diyor… Ama garip bir ön yargı ile toplantıların sonu gelmeyeceğini düşündüğümden kalkıyorum ama yanılıyorum Telefon çalıyor  telefondaki ses bu düşünceme cevap olarak “ama bekleyen sensin “ diyor… Garip bir utanma yaşıyorum ön yargımdan dolayı… Uzatmayalım o akşamı birlik geçiriyoruz…
       Sabah işe giderken elime bir dosya tutuşturuyor “bir incelersin “ diyor…
       Çantama koyuyorum. “Wernike korsokoflular ve eski mahpuslarla dayanışma girişimi”
        “ Çeliğe su verenlerle elele eski mapuslara yaşam alanı dayanışma kampanyası” başlıklarını görüyorum. Hep çantamda taşımama rağmen pek ilgilendiğim söylenemez….
       Telefonum çalıyor “ben   … Ankara. Fatime “ sözleri ve “ Kadıköy’e geliyorum” sözlerini duyunca bende “Kadıköy’deyim diyerek buluşalım diyorum gayri ihtiyari…Arayan bu dayanışma ağının organizasyonu ile kişi. Boğada buluşacağız geldiğinde tanıyorum. Nasıl böyle emin olabildiğimi soruyor… “En güzel kızı baktım” diyorum. Gülüyoruz.
         Anlatıyor “1-8 Eylül 10 tarihleri arasında Ören’de kampımız var” diyor. Bana böyle bir karşılaşma, yüzleşme hem zor hem uzak geliyor… Am o peşimi bırakmıyor… Tatil için hareket yaklaştığında onlarla gideceğimi söylüyorum belirgin olan bir mutluluğuna tanık oluyorum…
      31 Ağustos 2010 Salı günü Kadıköy’de buluşacağız beni yalnız kalmamam  için birarkadaşına yönlendiriyor ama ben gitmiyorum.. Akşama doğru geç kalacağını  aynı arkadaşı ile buluşup gitmemizi öneriyor. Adınıda söylüyor. sonra arkadaş beni arıyor  onunlada boğada buluşacağız… Bu kez tarif yok… Kararlaştırdığımız saatte bahariye caddesinden boğaya doğru ilerliyorum. Orası kalabalık ama ben hafif aklıklar düşmüş uzun saçlı birine yöneliyorum… Şaşırıyor oda… Artık sırrımı açıklıyorum benim tanımadaki adresim gözler…
       Pozitif yüzü olan bu arkadaşla hemen kaynaşıyoruz. Maltepe’ye trenle yolculuk yapıp orada toplanma yeri olan sokakta  oturup  çay içiyoruz gelenlerle sohbet ediyoruz… Canlı kıpır kıpır bir hanım oturuyor masaya, bizleri sorduğunu anlıyorum bir tipimiz var gibi “hiç benzemiyor” diyor. Tanışıyoruz. PSİKOLOG olduğunu söylüyor.  “ Hiç sevmem psikologları” diyorum… Sevmek zorundaymışım gibi “ama ben sizinle geliyorum” diyor…”Bende sevmem psikologları” diyor ekliyor. Tepkimin nesnel zeminini bilmiyor sonra anlatırım diyerek gönlünü alıyorum.
        Böyle başlıyor tanışmamız ama yoculuk ve kamp boyunca iyi arkadaşlık kuruyoruz. Tepkimin nesnel zeminini anlatıyorum.
        Belediyeden temin edilen araçla yolculuğa çıkacağız ama yolculuğa başlarken çekimler vardı sıkılıyorum bu durumdan  beni çekmelerine izin vermiyorum. Bu durum kap boyunca da beni hep rahatsız edecekti. İkide kız çocuğumuz var arabamızda… Çok tatlılar… Geç saatler Gönen’e varıyoruz. Erdal- Hacer Arıkan kardeşleri alıyoruz..Çok heyecanlanıyorum karanlıkta Arıkan kardeşlerden başka kimse yok sokakta. Erdal Erol Arıkan kardeşlere yaklaşıyorum. Hacer’in yüzünde ne göreceğim bilmiyorum. Karanlıta o güzel gözleri parlıyor evet Hacerin yüzü işte…Kendi teninden yüz burun yapmışlar. …Düşüncelere dalıyorum. Kimsenin bilemeyeceği duygular benimle gidiyor. Kin ve Sevgi benimle ne güzel… Karanlıkta bir  fesleğen koparıyorum… Ç ocuklardan biri arabada kokuyu fark ediyor… Birer parça veriyorum… Ah bir bilseler bu fesleğenin bende çağrıştırdığını… Çocuklarla sabah kampa varır varmaz  denize atlayacağız…
    Ören Artemis  tesislerine geldiğimizde şafak sökmüştü ancak havada yağmak üzereydi. Ama denize daldım. Çocuklara anneleri izin vermedi. Zaten verse de ben izin vermezdim. Bu tesisler DİSK – GENEL-İŞ’E aitti.
         Kamp yaşamı başladı…
         Ama daha gelecekleri bekliyoruz.
         Önce Ankara grubu geliyor…
         Servet var bu grupta tanıyorum ama onun tanıması olanaklı değil…
         İzmir bekliyoruz…
         Köydeyiz diyorlar. Ulaş’ların köyü.
         Ve ilerleyen zamanlarda ulaşıyor… Muharrem, Ulaş.  Çeşmi siyah kız (  siyah gözlü kız) _Şükriye_ tanıdıklarım arasında… Yürümekte zorlanıyor ama on yıllar gözlerinin karasına  ve gülüşüne bir şey yapamamış adeta zamanı durdurmuş. Beni tanıyor ve hiç ayrılmayacak gibi kucaklaşıyoruz. Okul yıllarımın kara gözlü kızı sen ha diyorum içimden...
        Saatler mi, zaman mı akıp gidiyor. Sözün edebiyatın yetersiz kaldığı anlardayız…
         Deniz, kum sohbetler,
         Ulaş” koşmayı çok özledim” diyor… Onu koşturacağıma söz  veriyorum.

         Adeta sarhoş gibiyim.  Kim böyle anlar yaşayabilir ve bu duyguları tadabilir ki…
        Bu ne “ mevsimlik aşklar. Nede statik hazlar için” yapılmış bir tatil… Ölümsüz sevdalar konuşuluyor bu tatilde..
          Sabahları kumsalda yürüyüşü ve denize girmeyi aksatmıyorum. Saat 6.30 da denizde oluyorum… İlerleyen günlerde kumsal yürüyüşüne , Servet ve Şükriye’de katılıyor… Ulaş sadece denize giriyor…. Sonraki gün ise kitleselleşiyoruz…İskelede ve Deniz kızı heykelinin orada 9 kişi oluyoruz. Üç kişide denize girdik…Hacer denize giremiyor ama ayaklarını  suya sokup yürüyüş yapıyoruz…Suyun dokunuşlarından çok heyecanlanıyor…
          Köylere gideceğiz.. Belediye arabasındayız..Organizasyona karışmama tatilin keyfini çıkarma kararlılığımı sürdürüyorum. Ama bakıyorum ki organizasyonda olan arkadaşımızın ve sevgili psikologumuzun canı sıkkın, belikli ters giden bir şey var. Onlar belediyenin gönderdiği şoförün kılavuzluk yapmasını bekliyor ama öyle olmuyor. Bunun üzerine  hiç istemediğim halde orada bulunan arkadaşlarımı arıyorum.  Bir kılavuz alıp yolumuza devam ediyoruz. Kılavuzumuz kanser hastası şeker gibi bir arkadaş. Bir köye çıkıyoruz. Deliklitaş var burada ama asıl olarak orada izleyeceğimiz manzara var. Körfez ayaklarımızın altında. dayanamayıp kayalıklara tırmanıyorum…. Ufukta deniz… Güneşin yansıması denizde…
          Tekrar başka bir köye hareket ediyoruz.
           Gezimizde  rehberimiz bize mitoloji anlatımı keyfini de yaşatıyor… V orada hiçbir hanıma “Afrodit gibisin “ dememek gerekir diyorum. Çünkü Afrodit’in güzellik tanrıçası ünvanının hile ve rüşvetle  alınmış bir unvan olduğunu öğreniyor gülüyoruz…
           Kampta olan hiçbir şeyi kaçırmamaya özen gösteriyorum. Korsokoflara özgü anılar yaşanıyor. Biri kapıda anahtarı unuturken diğeri, kaldığı odayı kaybediyor ve yolu doğrulttuğunda ise acaba gören var mı? diye dile düşmemeye dikkat ediyor. Ama yinede herkese kendi anlatıyor. Herkes birbirin yardımcı burada… Ali amca oğlu Ergün ‘le gelmiş. Alevi dedesi gibi…
        Ve kamp görevlileri, güvenliğinden çalışanına  sevgi dolular… Ulaş  kendi başına yürümeye başladı ama yön tayin edemiyor. Uzaktan izliyorum yanlış yola giderken güvenlik yorulmasın diye koşup yanına geliyor yol gösteriyor… Yemekhanede her görevli yardımcı oluyor… Resepsiyon bölümünde çay veren kızın gülüşünü görmek için bile oraya çay içmeye gidilir hissine kapılıyoruz. Çayda sevgi var. Yemekten sonra mutlaka orada buluşuyoruz.
Denizde yüzme biçimleri de değişti arkadaşlarımıza aldığımız şamrelleri arkadaşların kullanmadığı saatlerde diğer kamp sakinleri kullanmaya başladı. Yeni bir yüzme biçimi yarattık diyoruz.

         İşinden dolayı kampa Fatime katılamıyor. Ama sitemlerimiz üzerine iki günlüğüne Ankara’dan geliyor…
         Son gün tamam Ulaş koşacak. Yalın ayak çimlerde yürüyorduk. Şimdi yalın ayak koşacaklar… Evet düşerim demeden başlıyor koşmaya. Ona Şükriye ‘de katılıyor. Bu bir yarış ama bu yarışın birincisi yok. Mutluyuz… Heyecanlıyız.
Kampa Şükriye’in okul yılarındaki ev arkadaşı ve okul arkadaşları da geldi. Üstüne kardeşi de arayınca o mutluluğu resmedecek hiçbir ressam bulunmazdı ama biz gördük
        Vakit tamam ayrılacağız….Buna ayrılık denir mi bilmem.
         Ben İzmir grubu ile gideceğim… Bağımızı koparmamaya söz veriyoruz ama yaşamın böyle olmayacağı gerçeğinide biliyoruz… Hacer’in yüzü yüzümde yola koyuluyoruz… İlk durağımız Ulaş’ın köyü… Ama biz tarlaya gidiyoruz… Tütün kırıyor ailesi… Gökyüzüne bakıyorum. Ne kadar çok yıldız var… Tarlanın ortasında karanlıkta babası ve annesine teslim edip İzmir’e doğru ilerliyoruz… Kulağımda Ulaş’ın “beni arayacaksın değil mi?” diyen sesi yankılanıyor.
         Ben mi sevgimle kaldım öylece…Ve  Hacer’in yüzünün son halini görme arzusu düştü usuma…

                                                                                                                           -----------



Biz hücreleri yıktık!

Şahintepe İşçi Kültür Evi’ndeydim. Genç dostlar, yoldaşlar her ayağa kalktığımda, abi dur, biz çayı (vb.ni) getiririz, derlerdi. Beni sevdikleri için, yorulmayayım, diye böyle yaparlardı. Bir yerde bu alışkanlık haline geldi. Bir gün ayağa kalktım. Yanımdaki genç dost hemen ayağa fırlayıp, abi sen dur ben yapayım, gibi bir şey söyledi. Dinine yandımın, tuvalete gideceğim. Bırak da onu ben yapayım, dedim. Tabi bu alışkanlık her zaman gülünecek bir anı bırakmıyor. Korsokoflu bir arkadaş çayını birinin karıştırmasını dahi bekliyormuş. Oh keyfe bak, diyenler olabilir. Aslında yaşanan pek keyifli bir şey değil. Ortada bir muhtaçlık ilişkisi var. Arkadaş pek çok işini kendi yapabilecek durumdayken, çayını karıştırmak için bile birine muhtaç hale geliyor. Bir süre sonra aileler de, onu kendine muhtaç diye değerlendiriyor. Kuşkusuz hissedilen duygu bu kadar keskin değil. Ama, yalıtılmış olarak, bundan başka bir şey ortaya çıkmıyor.

Öte yandan korsokoflu arkadaşta nesnel olarak istismar ediyor. Hayır anne, babasını değil. Gerçekte kendi yaşamını istismar ediyor. Bağımlı hale geliyor. Cehenneme giden yolun taşları iyi niyetle döşenir. Korsokoflu arkadaş cehenneme götürülüyor. Bunun alt zemini ise iyi niyetle, sevgiyle döşeniyor. Yani, ya sevgiyle, ya da benzeri bir duyguyla korsokoflu arkadaş(lara; bize) acınıyor.

Bir arkadaş, kimse ölüm orucuna girerken karşılık beklemedi, sonuçlarını da herkes biliyordu. Bu bir tercih. Evet arkadaş çok doğru söylemişti. Bugün yaşamda bir takım yetersizliklerimiz var, herkesten belki biraz daha çok yetersizliğimiz var. Ama hepimiz bu sonucu biliyorduk. Onurumuzu korumak için direnişe girdik. Beton duvarlar yıkılmadı belki ama, gerçekte biz, hücreleri yıktık. Sonuçta, durumu ne olursa olsun, wernicke korsokoflu olanların yardıma değil, dayanışmaya ihtiyacı var.

Tatilden önce, bunu teorik olarak görüyordum. Tatil, bunu ete kemiğe büründürdü. Çünkü, wernicke korsakoflarla dayanışma platformunun gerçekleştirdiği tatile gelenlerin çoğu, wernicke korsokoftu. Düşersem gülerler, diye düşünüp, yürümekten zorunlu haller dışında uzak duranlar, tatilde koşmaya bile çalıştı. Aynı nedenle konuşmaktan çekinenler, rahat konuşmaya başladı. Çünkü düşse bile gülen olmayacaktı. Ona gülerken bende düşebilirdim. Ya da onun konuşmasını alaya alsam, ben de alaya alınırdım. Çünkü aynı durumdaydık. Bu acımayı değil, dayanışmayı doğuruyordu. Ona konuşurken, ya da yürürken yardım ettiğimde, iki dakika sonra o bana yardım ediyordu. Bu durumda nesnel olarak bir dayanışma durumu ortaya çıkıyor. Gelişmede bu dayanışmayla oluyor. Çoğumuz aynı olduğu için nesnel olarak ortaya çıkan dayanışmayı, yaşamın her alanında öznel hale getirmek gerekiyor. Çünkü kısa sürede dahi, epey verimli, geliştirici sonuçlar çıkaran tatil, çoğumuzun aynı olmasından çok, ortaya çıkardığı dayanışmayla bu olumlu sonuca ulaştı. Yaşamı hücreleştiren bireyciliğin kökünü dinamitleyecek olanda dayanışmadan başka bir şey değil.

Dayanışmayı wernicke korsokoflarla sınırlamamalı. Ama wernicke korsakoflarla dayanışmada, genel bir dayanışma, yani kolektif kültürün gelişmesinin bir adımı olarak düşünmek ve bu adımı atmak gerekiyor.
Muharrem Kurşun
           



1-6 Eylül 2010 Disk Genel-İş ören tatil kampı, yol parası dahil hiç para ödemeden, biz ölüm orucu direnişçilerine sunulan tatil, arkadaşlarla bir arada olmaktan mı, deniz ve havadan mı, unutulmadığımızı görmekten mi, hepsinin olmasından çok iyi geldi. Unutulup unutulmamak hiç aklıma gelmemişti, toplantıda bir arkadaşın ifadesi üzerine düşündüm, bu da önemli sanırım. En önemlisi birlikte olmaktı. Olumsuzlukları daha çok gösterdi bize, mücadele içindeki insanların nasıl bu kadar yalnızlaştığı. Bu yalnızlaşmanın sonucu her devrimcinin umutlarını yitirmediğini ama öfkeli olduğunu, belki de kendi öfkemi başkalarında gördüğümü sanıyorum. Ama şu net ki düşmanın tüm korkunç saldırıları, kendi içimizdeki olumsuzluklar, bireysel olumsuzluklarımız olsa da bizler üzüntü öfkeye rağmen mutlu gülmesini, bulunduğu ortamın güzelliğini yaşamasını, çözümler üretmesini biliyoruz.
            Sabahları, birleştirilmiş masalarda hep beraber, işi organize eden ve durumu iyi olmayan arkadaşlarının yakınlarının yardımıyla toplanıp, tüm yemeklerde konuşarak, esprilerle, yapılacak şeylerin, duruşumuzu. Yemeklerde karar alınabilir, çaya gidilir. Akşamları sohbetler için çaya gidilir veya masada kalınıp türkü şiir okunur…
            Birbirimizden çok uzak kaldığımız, içimizde birbirimize yakınlığımızı gösterdi. Ölmeden ölmüşçesine yaşamın dışındalığımız kızdırsa da, bazılarımızın gözlerindeki umut ışığı umudumuzu büyüttü.
            Benzeri etkinliklerde, çoşkun eylemlerde görüşmek umuduyla…

Servet Paksoy   24.09.2010
                                                                                                           
                                                                                                   
                                                                                                    

*Orada çalışanlar ve orada bulunan tatilcilerin ilgisi ve yardımıyla karşılandık, uğurlandık. Bu da bende bir şeyler yapamamanın acizliğini büyüttü.


Merhaba
            Yapılan, yani hayata geçirilen faaliyeti sadece bir tatil faaliyeti olarak ele almak duruma çok kaba yaklaşmak anlamına gelir. Faaliyeti ele alıp değerlendirirken de bu kaba değerlendirmeyle değil, nesnel, devrimci bakış açısıyla değerlendirmeliyiz. Faaliyette iki temel eksiklik vardı. Birincisi faaliyet devrimci bir faaliyet olarak ele alınıyorsa, orada kitlelerle ilişkide bu değerlendirmeye sağdık kalınarak ele alınmalıydı. Tatilin kitlelerle bağ kurulması yönü eksik kalmamalıydı. Kısacası kitlelerle bağ kurmak, onlarla ister genel, ister özel konularda değerlendirmelerde bulunmak bizdeki ve kitlelerdeki olumlu yanları anlayıp geliştirmek, olumsuz yanların ise farkına varıp atmak için bu tatil faaliyeti bir araç olmalıydı. Bu yaklaşım tarzı kitlelerle ilişkimizin gerçekleştiği her faaliyet için geçerli olduğu gibi tatil faaliyeti içinde geçerlidir. Genel devrimci faaliyet açısından böyle bir eksiklik söz konusudur. Tatil faaliyeti açısından da böyle bir eksiklik mevcuttu. Evet biz orada tatil yapmalıydık ama bu aynı zamanda genel bir kitle faaliyeti olarak ele alınmalıydı. Hatalarımızı eksiklerimizi hem bireysel, hem de kurumsal olarak ancak kitlelere dönük olduğumuzda anlayabiliriz. Aynı anlayış olumlu yanlarımız içinde geçerlidir. Böyle olunduğunda da özel ve genel duruma ilişkin olumlu ve olumsuz yanlara ilişkin doğru bir bakış açısına sahip olabiliriz. Doğru bir bakış açısına da sahip olduğumuz zaman da kısa ve uzun vadeli duruma ilişkin politikalar belirleyebiliriz. Bu yaklaşım tarzı kitle içerisinde devrimci çalışmanın olduğu her alan için geçerlidir. Tatil faaliyetimiz içinde geçerli olması kadar doğal bir şey yoktur. İkinci temel eksiklik ise tatile gelen devrimciler açısından birbirleriyle girdikleri ilişkide ideolojik, siyasi mücadelenin yeterince olmamasıdır. Yani oradaki insanlar devrimci insanlardır. Farklı ideolojik bakış açısına sahip insanlardır. Doğal olarak ülke ve dünya gündemine ilişkin farklı ve ortak yanları vardır. Bu noktada tahlil ve değerlendirmelerde farklı ve ortak yanların ortaya çıkarılması, doğru bakış açısının hakim hale getirilmesi için politik etkileşimler olmalıydı. Bu noktada yaklaşım tarzlarında azami birlikteliğin sağlanması için çaba sarf edilmeliydi. Bunun sağlanması içinde görev bütün tatilcilere düşüyordu. Ancak birincil olarak bu konuda planlı, programlı hareket etmesi gerekenler faaliyeti düzenleyenlerdi. Kısacası faaliyeti koordine edenler açısından böyle bir eksikliğin olduğunu söylemek mümkün. Bu yönde daha fazla bir çaba olsaydı tatile gelen devrimcilerinde bu faaliyetin genel ve özel hatları açısından olumlu katkılarının olması mümkün olacaktı. Bu ortaya konulanlar açısından genel bir değerlendirmeye gidersek böyle bir faaliyetin ilk olması açısından genel hatlarıyla hata ve eksikliklerin olması doğaldır. Bu hata ve eksikliklerin farkında olursak onlara yaklaşımımız doğru olacak, hata ve eksiklikler giderilecektir. Sonuç olarak böyle bir faaliyetin düşünülmesi, hayata geçirilmesi etkisi sınırlı olsa da bir olumluluktur. Faaliyete ilişkin değerlendirmelerin alınması da bir başka olumluluktur. Uzun vadede bu yaklaşım tarzıyla durum ele alınırsa gelecekte daha olumlu pratiklerin olması kaçınılmazdır.
                                                                                              Ergün Bütüner

29 Eylül 2010 Çarşamba

ÇELİĞE SU VERENLERLE ELELE ANKARA KONSERİ


26 Eylül 2010 Pazar

4-13 Eylül 2010 Avrupa Toplantıları


4-13 Eylül 2010 tarihleri arasında Wernicke Korsakoff’lular için planladığımız yaşam alanı projesini tanıtmak için İsviçre, Almanya ve Hollanda’da toplantılar gerçekleştirildi.

Özetle bu toplantılara değinecek olursak:

İSVİÇRE

İsviçre’nin değişik şehirlerinde yapılan ön toplantıların ardından 12 Eylül Pazar günü Aarau kantonunda tutulan bir dağ evi ve bahçesindeki pikniğe 35 yetişkin ve 15 çocuk katıldı.

Çocukların koşturmacalarından, oyunlarından, yüksek sesle bağırma ve gülmelerinden etkinlikten çok hoşnut oldukları görüldü. Çocukların gürültüsü zaman zaman büyüklerin proje hakkında yaptığı toplantının devamını güçleştirse de canlı tartışmaların yer aldığı toplantı alınan kararlarla birlikte büyükleri de memnun etti. Hemen her katılımcı söz alarak görüş ve önerilerini sundu. Toplantıyı ustalıkla yöneten İsviçre’deki arkadaşımız tartışmanın dağılmasını önlerken, somut kararlar alınmasında önemli pay sahibi oldu.

Ortak görüşme sonucunda katılımcıların geldikleri kanton ve şehirleri temsilen sorumlular seçildi. Somut olarak Wernicke Korsakoff’lar projesi yararına herkesin olanakları ölçüsünde katkı sunulması yönünde karar alındı. Bölge sorumluları üç aylık periyotlar halinde bu katkıları tespit edip toplayacaklar. Temsilciler aynı zamanda İsviçre için oluşturulan komitenin üyesi de oldular. Ancak komitenin katkı sunmak isteyen herkese açık olması, bunun daha tercih edilen bir yapılanma modeli olacağı yönünde görüş birliği oluştu.

Toplantıya 35 kişi katılmasına rağmen gelemeyenler ve bağlantılı olunan kişi ve gruplar düşünüldüğünde İsviçre’deki mevcut ve potansiyel ilişki ağının çok daha büyük olduğu görüldü.

Toplantıda aynı zamanda İsviçre’de tek kişilik etkinliklerin (tiyatro, konser vb.) gerçekleştirilebileceği de belirtildi. Türkiye’deki arkadaşların bu konuda yapacağı girişimler İsviçre ile ortak değerlendirilerek bir sonuca ulaştırılacak.

İsviçre’deki çalışmaların organize edilmesi ve iletişimin sağlanması için bir site kurulması kararlaştırıldı. Karar üzerine bir gün sonra www.dayanismaagi.ch ismiyle bir site kuruldu.

Küçük toplantıların ve 12 Eylül’deki büyük pikniğin yanı sıra Türkçe dahil 7 dilde yayında bulunan bir radyoda proje ile ilgili röportaj gerçekleştirildi.

ALMANYA

Almanya’nın Köln kentinde gerçekleştirilen toplantıya 7 kişi katıldı.

Toplantıya katılanlar 40-50 civarında bir destekçi kitlesine kısa sürede ulaşabileceklerini ve bu kişilerden destek alabileceklerini belirttiler. Toplantıda şeffaflık ve denetime vurgu yapan Almanya’daki arkadaşlar bu yönde bir işleyişin oturtulmasıyla birlikte çalışmalarının ivmesini kısa sürede artıracaklarını ve somut katkılar sunacaklarını ifade ettiler.

Toplantıda çıkan sonuca göre yakın vadede Almanya’da bir etkinlik düzenlenmesi mümkün görülmüyor.

HOLLANDA

Hollanda’nın Rotterdam kentindeki toplantıya 8 kişi katıldı.

Toplantıya katılanlar öncelikle çalışmanın içeriği ve gelinen aşama ile ilgili bilgi sahibi olmak istediler.

Bilgilerin aktarılması, çalışmanın niteliği ve işleyiş biçiminin ortaya konulması ile birlikte Hollanda’da neler yapılabileceği yönünde somut fikirler oluştu.

Maddi destek ve proje yararına etkinliklere ilk başta kuşku ile yaklaşan arkadaşlar daha sonra her ikisinin de Hollanda’da mümkün olduğunu ifade ettiler.

Maddi katkının toplanabilmesi yönünde yeterli bir zemin Hollanda’da oluşturuldu denilebilir. Bunun somut verilerini kısa sürede görebileceğimizi düşünüyoruz.

Konser, tiyatro benzeri etkinliklerin gerçekleştirilmesi için İsviçre’deki kadar uygun koşullar bulunmasa da, burada da bunların yaşama geçirilebileceğini söylemek abartı olmayacaktır.

Sonuç olarak;

Avrupa’nın her üç ülkesinde yapılan toplantılar bu alanlarda da çalışmamıza somut destek bulabileceğimizi, bulduğumuzu göstermektedir.

Çok zengin siyasi ve örgütsel deneyime sahip arkadaşlar uygun bir proje, şeffaf ve ihtiyacı karşılayan bir çalışma ile karşılaşınca bu birikimlerini sunabileceklerini açıkça gösterdiler.

Toplantılarda belirttiğimiz gibi her türlü destek bizce anlamlı olmakla birlikte, katılanların sadece destekçi değil çalışmalara yön veren, eleştiren özne olmaları çok daha önemli ve güç vericidir.

Yapılan toplantılar Avrupa’daki destekçi ve öznelerin hatırı sayılır ölçüde artmasının mümkün olduğunu ortaya koydu.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Ören Tatili


31 Ağustos 2010 Salı akşamı Maltepe Sokak Kültür Merkezinde bir araya gelip belediyenin kiraladığı araçla yola çıkıldı.Tuzla -Aydınlı Köyü ve Gönen'den arkadaşlarımızı alıp 1 Eylül sabahı Disk Genel İş Artemis Tesislerine varıldı.O gün içerisinde Ankara ve İzmir den WK arkadaşlarımız da  katıldı.Burhaniye Belediyesinden talep ettiğimiz araç ve bize rehberlik yapan Mehmet İsot arkadaşımızla İlçe nin köy ve çevresi gezildi.Bir akşam tesisin sunduğu imkanlarla toplantı salonunda film izlenildi.Her zamanki gibi hep birlikte olduğumuz bir akşam yemeğinde Ören den yeni tanıştığımız arkadaşların  katkılarıyla sazlı bol türkülü bir gece geçilip hep birlikte kadehlerimizi havaya kaldırıp şiirler okundu.
Sahilde,kahvaltıda,yemekte,çaylarımızı yudumlarken,sohbetlerde ve değerlendirme toplantılarında çok keyifli bir birliktelik yaşandı. 6 Eylül akşamı değişik illerden gelen arkadaşlarımızla zor da olsa vedalaşarak tesislerden ayrılındı.